Halil günlerden pazartesi olduğunu henüz ufakken, ayaklarını demir korkuluklardan sarkıttığı pencerelerinin altından gelen tangır tungur seslerden anlardı. Ellerinde uçları kesik eldivenler olan bir grup insanın, tenekelerde yakılmış yaş odunların etrafında çember oluşunu izlerdi. Dakikalar içinde gökyüzüne rengârenk çadırlar gerilir, ortalık kararırdı. Büyük bir gürültüyle sebzeler ve meyveler, tek sıra halinde dizilmiş tablaların üzerine boşaltılırdı. Kimi pazarcılar ürünleri Antik Roma döneminde inşa edilen amfi tiyatrolar gibi dairesel ve ortası boş bir şekilde dizerken, kimileri de içine bir delik bulup giren kedinin çıkışı bir daha asla bulamayacağı ve sonsuza dek orada kalacağı rivayet edilen Mısır piramitleri şeklinde dizerdi.
Pazartesi günleri, Halil’in okula gitmek için hevesle uyandığı tek gündü. Son ders zilini dört gözle bekler, çıkışta diğer arkadaşları gibi çantasını evin kapısından içeri atar atmaz okul üniformasıyla el arabasını iterek pazarda müşteri arayışına koyulurdu. Kalabalığın içinde, asık suratlarından torbaları taşımaya yardım etmeleri için anneleri tarafından zorla getirilmiş oldukları anlaşılan çocukların yanı sıra yalnız başına gezen ve elindeki torbaların ağırlığından parmaklarında yeni boğumlar oluşmak üzere olan kişiler tutarlardı arabaları.
Mahallede kurulan pazarı çocuklar bir festival gibi karşılardı. Her ne kadar bazıları her gün top koşturdukları alanın işgal edilmesine sitem etse de çoğunluğu aldırış etmezdi. Karşılıklı dizilmiş tablaların arasında kalan, birçok engele sahip dar alanı yarış pisti olarak hayal ederlerdi. Bu yarış bazen müşteri bulunca bazen de pazarın gürültüsünü bastıran araba sesleri ve bağırışlar yüzünden zabıtaların oyuna müdahil olmasıyla son bulurdu.
Halil, zamanının çoğunu sokakta oynayarak geçirdiği için pazar çevresini avucunun içi gibi bilirdi. Başka mahallelerden çalışmaya gelen çocuklar adresleri bulmakta zorluk çekerken onun bir adresi bir kez duyması yeterliydi. Çoğu müşteri, Halil’in yumuşak başlılığını ve her yeri bilmesini takdir ederdi. Diğer çocuklar sıkı pazarlık yapar, parayı mesafeye göre belirlerken o, paranın yanı sıra torbalardaki meyvelerden de ikram alırdı. Aldığı meyveleri, torbalarla dolu arabayı itecek güçte olmadığı için pazarda yalnızca yazları buz satarak çalışabilen kardeşiyle de paylaşırdı.
Pazarın toplanma faslı, en az kurulma anı kadar kargaşa içerirdi. Akşam pazarı diye tabir edilen vakitte, pazar yeri bambaşka bir yüze bürünürdü. Gündüz fiyatının neredeyse yarısına satışa çıkarılan sebze ve meyvelere olan rağbetin bir benzeri, tablaların altında birikmiş kalıntılara da olurdu. Ellerindeki büyük torbalarla aileler, pazarın başından işe başlayan temizlik görevlileri kendilerine yetişmeden bu kalıntılardan yenebilecek durumda olanları torbalara doldurmaya gayret ederlerdi. Halil ve arkadaşlarıysa bu sırada, tablalar kamyonetlere yüklenirken yerde kalanlardan barikatlar kurar, çürük meyve ve sebzeleri cephane olarak kullanırlardı.
Pazar toplandıktan sonra Halil ve arkadaşlarının tek derdi, günlük kazançlarıyla satın alacakları çekirdek ve kolaydı. Pazartesi pazarıysa derin uykuda görülmüş bir rüya gibi unutulur, sonraki hafta başına kadar hatırlanmazdı.