ZAMANI DÖNÜŞTÜRME TESİSİ

Birkaç sene önceydi. Turgut ve ben, alnımızı parlatan güneşin altında yürüyüp sohbet ederken bir yandan da serinlemek için aldığımız Bağlar Gazozumuzu yudumluyorduk. Şu an hangi konudan bahsediyorduk hatırlayamıyorum ama yan yana yürümemize rağmen bağırarak konuşmamızı gerektirecek bir gürültü rüzgârının içinden geçtiğimizi çok net anımsayabiliyorum. Ortalık tam bir curcunaydı. Yanından geçtiğimiz lokantalardan dalgalanarak gelen ve anlaşılmaz sohbetlere karışırken kulak tırmalayan çatal bıçak şıngırtılarını işitiyorduk. O sırada sokağa sığamayacağı her halinden belli olsa da patatesinin ucuzluğu hakkında megafonla duyuru yaparak geçen bir kamyonetin gürültüsü senfoniye yeni eklenen bir enstrüman gibi ses çıkarıyordu. Şu dolu kafalarımızı ve kulaklarımızı rahatlatan tek şey, her sokak başında kendince tıngır mıngır bir şeyler çalan sokak müzisyenlerinin sakin sesiydi. Bazen onlar bile öğlen saatinin bu telaşlı gürültüsünden yorulup kenara çekiliyorlardı ve sessizleşen akşam saatlerinde gün içinden kalan kulak pasımızı silmek için yeniden ortaya çıkıyorlardı. Akşama kadar döner kalmıyor diye telaşla çıktığımız bu saatten pişman olmuş ilerlerken üzeri üzüm bağıyla örülmüş gölgelik bir çay bahçesinde durduk.  İki çay alalım, dedik. O sırada elimizdeki bitmiş şişelere baktık. Turgut kalkıp az ilerideki geri dönüşüm kutularının yanına gitti. Önce elindeki şişeleri kutunun içine attı sonra da cebinden çıkardığı ve ne olduğunu anlamadığım şeyi. Geri geldiğinde sakince karşıma oturdu. “Ne attın kutunun içine?” diye sordum.

"Boş zamanlarımı," dedi.

Anlamayarak güldüm, "Boş şişelerimizi mi?"

“Evet, boş şişelerimizi ve boş zamanlarımızı."

"Cebinden çıkarttığın şey o muydu?"

Garson geldi, masaya iki çay bırakıp gitti.

"Boş zaman hiç cepte taşınır mı Turgut? Kafayı mı yedin?"

Çıkışım normal düzeydeydi. Fazla sayılmazdı, sonuçta anlamaya çalışıyordum.

"Taşınır tabii," dedi çayını höpürdeterek içerken. Arada bir de çok sıcak olduğunu söyleyip yakınıyordu.

“Boş ver şimdi çayı,” diye çıkıştığımı hatırlıyorum tekrardan.

"Nasıl taşınır boş zamanlar cepte? Anlat bakayım."

Sesimde alaycı bir tını vardı, oysa öyle anlaşılsın istememiştim.

"Bak arkadaşım," diye girdi söze Turgut. Cebinden zinciri paslanmış köstekli bir saat çıkardı ve devam etti.

"Bu Zamanı Dönüştürme Tesisinden aldığım saat. Görüyor musun? Akrebi saat yönünde değil, ters yönde dönüyor. Bu, şu demek: Zaman ileri işliyor."

"Hayır, basbayağı geri işliyor," diye sözünü keserken Turgut'un, parmağımla biri on geçeyi gösteren saatin ondan dokuza doğru geri dönen yelkovanını gösterdim.

"Hayır ileri işliyor." diye düzeltti bastırır gibi.

"Zaman ileri işliyor ve insanlar bunu anlamıyorlar. Hep geçmişteler ve hep geriyi düşünüyorlar. Ama bak, böyle bir saatim var ve geriye doğru gittiğimiz falan yok. Rakamlar meta Eren. Rakamlar sadece resim ve bana gösteriyorlar ki bu saat geri de gitse, dursa da biz ileri işliyoruz. Birçoğu boş biliyor musun? Mesela sabah gömleğimi giyerken iki düğmemi yanlış ilikledim. Çözüp yeniden iliklemem tam kırk dokuz saniyemi aldı. Neredeyse bir dakika. Bu gibi durumlarda saatimi kaybettiğim vakit kadar ileri sarıyorum. Cebimde birikiyorlar. Bir bilsen Eren, ne kadar çok rakam var cebimde. Ne kadar çok ağırlık yapıyorlar bedenime. Yürürken adımlarımı yavaşlatıyor, ruhumu sarıyorlar. Bu yüzden boşa geçsin istemiyorum bir saniyem bile. Çok yer kaplıyorlar. Sırf bu yüzden roma rakamı yapmak bile istedim saatimi. Daha az yer kaplarmış cepte ama tesis izin vermedi. Bir kez seçebilirmişim saatimi.  Bir kez beyazlayabilirmiş saçlarım, paslanan saatimin zinciriyle birlikte. Cilalayabilirsin demişlerdi. Sağ olsunlar. Ha, unutmadan yine yalnızca bir kez durabilirmiş saatim. O zaman da zaten geri döndürülemeyecek bedenim, biliyorsun. Bence sana da bir saat alalım Eren. Neyi kaybettiğini görebilirsin. Geri de dönüştürürsün kaybettiklerini. Böylece kutuya atınca tesis yeni saatler yapabilir. Kim bilir benimki de önceden kimin saatiydi ama seninkini buluruz istersen. Şimdi senin ama sahibi eskiden acaba kimdi?”

Turgut'un demek istedikleri aslında çok basitti. Durmuş bir saate bile baksanız duyabilirdiniz geçen yelkovanın tıkırtısını. Şimdi benim gibi ani çıkışmayın, yok canım yelkovan olduğu yerde, diye.

Evet biliyorum öyle.

Yelkovan olduğu yerde. Ama biz yelkovan değiliz, duramıyoruz durduğumuz yerde. Akıyor Zamanı Dönüştürme Tesisinin bizim için verdiği süre. Rakamlar meta arkadaşlar, rakamlar sadece resim. Ömrümüzü, beyaz dairemizi süslesin diye çizmiş tesistekiler, buna eminim.

 

ESRA SÖNMEZ

SATIR DERGİSİ

EKİM 2022

EDİTÖR: GÖKSUN YANIKGÜL