YENİ BİR İLK AŞK
Düşünmek… Ne müthiş bir konu! “İnsan düşündüğü gibi yaşamaz,” diyor Marx, “yaşadığı gibi düşünür.” Kişilikler, savunulan değerler, inançlar gibi düşünceler de elbette yaşanan koşullar içinde biçimleniyor. Bu nedenle, düşünme yeteneğinin gelişmesi, zekâ ve birikimden çok, cesaret gerektiriyor. Ancak gereğini göze alanlar gerçeğin farkına varabiliyor. Dolayısıyla, gerçek anlamda düşünme cesaretiyle yaşayanlar, insan niteliklerini belirleyen koşulları bilinçli biçimde değiştirme sorumluluğunu üstleniyorlar. Acılı, yorucu bir yoldur bu. Aynı zamanda bir bahtiyarlıktır, Nazım’ın Beş Satırla şiirinde hissettirdiği gibi:
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
İşte biz de Satır Dergisi’nde böyle bir sorumluluk üstlenmek ve böyle bir bahtiyarlık yaşamak için bir araya geliyoruz. Yazmayı, anlatmak kadar, anlamanın bir yolu olarak da görüyoruz. Anlatmayı ise hayata müdahale etmenin bir yolu…
Hikâyeler anlatmak ve şiirler üretmek düşünmek kavramından bağımsız ele alınamaz. Çünkü, düşünceden yola çıkmayan edebiyat olamaz. Örneğin, mizah yapacaksanız, “güldürürken düşündürmek” dışında bir tercihte bulunabilir misiniz? Birini güldüren herkes, belki basitçe, yüzeysel, hatta yanlış olabilir, ama mutlaka onun zihnine bir mesaj göndermiştir. Hüzünlü, eğlenceli, heyecanlı, herhangi bir anlatıyı geliştirmek için de geçerli bu.
Elbette “düşünce anlatmak” değil hikâyenin işi, ama “düşünen metin” üretmek önemli. Düşüncenin derinliği, edebiyat niteliği açısından da belirleyici. Belirli bir yerde, belirli bir zamanda geçen hikâyenin farklı yüzyıllarda ve farklı coğrafyalarda geçerli kalması da ancak öyle bir derinlikle sağlanabilir. Okur olarak da biliyoruz, iyi edebiyatın sürükleyicilik özelliğine ancak “düşünen metin” sayesinde ulaşılabilir.
Dergi yazarlığı ve yayıncılığı, bu yolda bir misyon içeriyor. Belirli dünya görüşüne bağlı bir edebiyat anlayışına uygun yapıtlar üretmek, düşünceler geliştirmek, öyle yapıtları okura ulaştırmak… Sevdiğimiz veya eleştirel yaklaştığımız bütün dünya görüşleri ve onlara bağlı estetik değerler, hep dergi çevrelerinde gelişti. Serveti Fünun, Yedi Meşaleciler, Akbaba, Genç Kalemler, Varlık… Sadece edebiyatta değil, her alanda böyle. Devrimci Yol, Yön, Akis, Birikim… Bir yayının gerçek anlamda dergi niteliğine ulaşması, kâğıda basılmasına falan değil, böyle bir meselesi olmasına bağlı.
Edebiyatçılar ve diğer bütün sanatçılar, ancak hayatın akışı içinde yer alarak varolabilirler. Çağdaş olanakları kullanarak, akıp giden hayatı konu ederek, bir yandan da günlerin getirdiğine direnerek çağın hakkı verilebilir. Okurdan, kendi hayatının dışına çıkıp bizi izlemesini beklemeyeceğiz elbette. Bu konudaki tavrımızı da bir başka şairimizle dile getirebiliriz:
YÖN
Sen bana bakma
Ben senin baktığın yönde olurum.
Özdemir Asaf
Youtube kanalımızla, okuma atölyemizle, çeşitli etkinliklerimizle, sizlerin baktığı yönde bulunacağız. Sokağa çıkacağız. Sabahları yollara düşen insanların yüzlerine bakacağız. Yeni bir güne başlamanın umudunu, tazeliğini, iyimserliğini arayacağız o yüzlerde. Sırtında dünyadan ağır bir çantayla yollara dökülen çocukların, öğrencilerin yüzlerine de dikkat edeceğiz. Sabah kalabalığı dağıldıktan sonra ağır hareketlerle dışarıya çıkan, iş arayan insanlarla selamlaşacağız. Okurlarımızla, dostlarımızla; sizlerle birlikte yürüyeceğiz.
Her türlü hareket veya değişim elbette bir etkiyle gerçekleşiyor. Bir nesnenin yerini değiştirmek bile öyle değil mi? Ama fiziksel müdahale olmadan da insanların hayatına etki eden ne çok unsur var. İçinde yaşadığı koşullar, insanın düşüncesini ve kişiliğini olduğu kadar, görünüşünü de etkiliyor. “Sıkıntıdan” diyorlar. Yüzlerdeki çizgiler, bakışların ifadesi, bir durakta bekleyen omuzları çökük kişinin endamı…
Bakın insanların yüzlerine, seslerine, adımlarına. En çok da sabahları bakın. Aracını çalıştırıp yola çıkanların, otobüs durağına yürüyenlerin, fabrikanın servis aracını bekleyenlerin yüzlerinde, başlayan yeni günün değil, o güne kadar yaşananların etkisi görülüyor.
Hayatta her şey birbiriyle bağlantılı olduğuna göre, yazarlığı sadece yazıyla ilgili bir mesele olarak göremeyiz. Söylenen her sözün, hayata bir müdahale olduğunu biliyoruz. Bunun için yazıyor, bunun için düşünüyor, bunun için okuyoruz. Her yeni çalışmada, her yeni ortamda yeniden başlıyoruz. Her seferinde ilk kez âşık oluyoruz. Bir hayali büyütme peşindeyiz. Umutla yürüyoruz.
Daha güzel bir dünyaya tek başına yürünemiyor. Yazdıklarımız bizim olmaktan çıksın, bağımsızlaşsın, sizinle birlikte yürüsün diye yazıyoruz.
Ve gelecekte bir gün, yaptıklarımız incelendiğinde, insanların yüzüne bakabilmek için.
Zafer Köse