YOKLUĞUNUN ARDINDA

Sümeyye Öztürk
İlkyaz x Satır İkinci Sayı, Ana Yazar

16 Temmuz 2025

    Kapına geldim.  Gelene kadar kafamda yüzünü ve geçen zamanın seni neye benzettiğini kurgulayıp durdum. Sana gelene kadar, seni affetmenin ağırlığını, seni affedememenin dayanılmaz sancısıyla defalarca kıyasladım. Ne beni sarsan o tehditkâr diriliği görmek istedim gözlerinde ne de omuzlarıma bir ömür boyu taşıyacağım yeni bir yükün gölgesini aramak.

    Asansörden inmiş sana doğru yürürken adımı hiç duymadığım bir sesle haykırdın. Sesin adeta can çekişen bir sineğin vızıltısı gibi ince ve kırılgandı. Can havliyle koştun tutundun perdelerime. Kimsin sen? Kollarında güç kalmamış. Öyle yorulmuşsun ki, ellerin bunca zaman uzandığı yerde kalırken artık uzanamıyor bile. Korkuyla yüzüne bakıyorum, seni tanıyamadım. Tanıyamadım, çünkü zamanın sana bunu yapabileceğine hiç inanmadım. Senin düştüğüne inanmak ezeli yasıma, bacaklarıma güç veren nefrete ihanet değil mi? Bugün, artık arzuların için beni terk ettiğin o gün değil. Bu kez beni senden değil, seni benden tutup kopardılar.

    Seni tanımadığımı anladın, ağlıyorsun. Sense hiç unutmamışsın yüzümü. Hayalimi kaçırmamak için bomboş kollarını birbirine bağladın. Kamburun çıkmış, içimde yarım kalan bir yük gibisin. Senden kurtulmak da sana sahip olmak da sancısı bedenimin. 

    Bunca yıl sonra sana çıkan yolların sebebi elbette bir özlem değil. Özlemek bir samimiyet gerektirir. Bunun asıl sebebi, yüreğimin en kuytularına dolan o tarifsiz kederdi.

Her şey, yokluğunun ardından geçen onca yıl içinde evliliğe varacak diye türlü bahanelerle kaçtığım nice ilişkinin sonunda, Cemil’in belli belirsiz, umutlu bir düş gibi parlayan gözlerine vurulmamla başladı. Sevince bir şeyler değişti. Önceleri sancılıydı, sırtımda bir çarmıh gibi taşıdığım geçmişle yere kapandım, güzel şeylerin başlangıcına olan inancımla, o inancı çoktan yitirmiş günlerin sancısı arasında debelenip durdum. Kolay değildi. Sayende tek korkum, büyüdükçe yıkılmaktan ibaret olmuştu. Kim beni suçlayabilir?

 

    Nihayet, Cemil’in saçlarımda dolaşan merhamet dolu ellerine kabuğumu bıraktım. Zamanla ona olan sevgim öyle büyüdü ki, onu üçe beşe katlama isteğim, içimde bir bebek hayaliyle çoğaldı ve sardı bedenimi. Yaralarımı iyileştirmek zaman almış, yaşımı geciktirmişti belki ama yine de ısrarla denedik. Zorlu bir sürecin sonunda çift çizgiyi gördüğümde, evet, işte bu aralık benim miladım demiştim. Geriye sayacağımı nereden bilebilirdim?

    Gebeliğimin neredeyse ortasıydı. Kızıma kavuşmaya az kalmıştı. Onun ellerini tutunca sanki içimdeki tüm fırtınalar nihayet dinecek, ruhumun çatlakları onun sıcaklığıyla dolacaktı. Belki zaman zaman geçmişim beni yeniden bulacak, tekrardan kıracaktı. Onun emeklerken aşınan dizlerini öpüp ateşine koşuştururken ona attığım adımların bende hiç karşılık bulmamasına kederlenecek ama onun şansı olmakla avunacaktım. Belki her fedakarlığım bir yoksunluk, her koşuşum ise bana hiç dokunmayan bir rüzgâr olacaktı. Ama birbirimize olan sevgimiz beni iyileştirecekti, biliyordum.

    Adı Yasemin olacaktı. Babasıyla bir zamanlar gizlice seviştiğimiz çiçeklerin hatırası, kem gözlerin gerisinde saklı bir umut... Bir gün ne olduysa oluk oluk aktı bacaklarımın arasından Yasemin. Kendi iradesiyle gidermiş gibi öyle ansızın, öyle sancısız. O bana geç kalmıştı, ben de ona. Tanıdık bir yangıydı bu. Yasemin, canımın her zerresine senin adınla işlenmiş bir eksiklikti.

    O günden sonra, beni merhametiyle saran kocama karşı garip bir uzaklık hissetmeye başladım. O bakmaya doyamadığım gözler, artık içimde büyük bir yasın sessiz yankısını taşıyor gibiydi. Varlığı, her sevgi dokunuşunda elimden kayıp giden mutlulukların habercisi olarak bana her geçen gün daha da mağlup hissettiriyordu.

 

    Bu hal, içimde tarifsiz bir mesafeyi büyüttü. Onun sessizce dayanma çabası, acımı dindirmek yerine daha da ağırlaştırıyordu. Onun varlığına katlanmak, her geçen gün yokluğuna katlanmaktan daha zor hale geldi. Bana attığı her adımı acıyla izliyor, farkında olmadan ben de ona yeni bir yara açıyordum. Arzumuzu da, sevgimizi de Yasemin’le birlikte gömmüştüm.

 

    Kocam da bu yükü daha fazla taşıyamadı. Hiçbir şey söylemedi. Sadece gitmeden önce yüzümü avuçlarının arasına alıp bana o ışığı sönmüş ama hâlâ tanıdık, kapkara gözleriyle son kez baktı. O bakışın gölgesi bendim, biliyordum.

 

    Tüm bunlardan sonra, varlığı içimden ve dışımdan hiç yitmeyen senin izini sürdüm. Aşkıma hiç şahit olmadın, heyecanımı hiç bilmedin ama yine de bu hikâyede benim kadar sen de varsın. Benden başka kimsesi olmayan bu acıyı sen doğurdun.

 

    İşte bu yüzden buradayım. Bugün bu yükü hak ettiği yere bırakmak için geldim ben.

 

    Yasemin’im… Seni var etmek, korumak için gösterdiğim tüm çabalar, kendi yıkıntılarımın altında ezildi. O küçücük hayaline yüklediğim korkular, senin dünyanı önce bir kafese sonra ise bir tabuta çevirdi. Şimdi, olmayan her bir hatıran içimdeki eksik bir parçaya açılıyor.

 

    Ama biliyorum ki bu kez... Karnımda artık hayali bir şişlik olarak yaşayan canım yavrum, güzel bir başlangıç yapmasak da sen, hayatımın kayıplarından doğan bir umutsun. Senin dünyan, benim enkazımın izlerini taşımayacak. Yokluğunun tek avuntusu bu.

 

    Şimdi, içimde kopan bu kıyametten habersiz, bana doğru çıtlayan adımlarınla yürüyorsun. Ne yazık ki, yine geç kaldın. Uzun zaman sonra ilk kez göz göze geldik ve ben, o kahverengi gözlerinde, her zaman bir günahı anımsatan mavi sürmelerinin ardında biriken öfkemin asla sönmeyeceğini gördüm. Yaşlılığın bir yanılsama, biliyorum. 

    Önüme çöküp aniden karnımı ellerinle sardın. Ardından yaslanıp ona beni affet diye ağladın. Bir zamanlar olduğu gibi yine, var olanı onarmaya cesaretin yok.

    Yorgunum. Bu, sen bile olsan, bir çift gözün daha soluşuna dayanacak gücüm kalmadı. 

    Merak ediyorsan işte bu yüzden avucuma düşen elini sımsıkı tutuyorum.

    Henüz adı bile konmamış yeni bir doğuş için... 

    Doğuşum için...

    Bu kafesten çıkacağım, biliyorum.

YAZAR HAKKINDA  

SÜMEYYE ÖZTÜRK