KONUK YAZARLARIMIZ BİRLİKTE BİR ÖYKÜ YAZIYORLAR: YENİ SAYFALAR!

 

1. Cümle: “Adam, havada asılı kalan cümlenin yüklemi omuzlarında ayağa kalktı.”   (Demet Çaltepe)


2. Cümle: “Önce denize sonra çay bardağına baktı, bardağın kenarında yaldızlanmış dudak izini bir daha öpemeyeceği aklına gelince düşmemek için sandalyeye tutundu.” (Mehmet Fırat Pürselim)


3. Cümle: “Şimdi acı bir tebessümle yüzüne konan hatıraları kovmaya çalışıyordu.” (Turhan Yıldırım)


4. Cümle: “Uzaklara, ufuk çizgisinin kızıl yangınına daldı ki, kızıl yangın onun dudaklarıydı.” (Figen Yıldız)


5. Cümle: “Çaresizce, ama anlamını veremediği bir mutluluk da duyarak yürümeye başladı, yolu her zamanki gibi bir parça kendine, bir parça da yaşantının geri kalanına çıkacaktı.” (Nihat Kopuz)


6. Cümle: “O an gördü ilerideki silüeti, tanıdık bir rüzgârın esintisiyle gelen bu koku düş olamayacak kadar tazeydi.” (Hande Çiğdemoğlu)


7. Cümle: “Hızla silüetin olduğu yöne hareket etti ancak büyük bir boşlukla karşılaştı; son zamanlarda başına sıklıkla gelen bu durum canını sıkıyor tüm bu olanların Tanrı'nın kendisini cezalandırmak için hazırladığı küçük oyunlar olduğunu düşünüyordu.” (Recep Kayalı)


8. Cümle: “İlaçları azaltmalıyım diye söylenmeye başladı kendi kendine, doktorun verdiği müsekkin kafasının içini bekar evi mutfağında kullanılmaktan iyice yamulmuş bulaşık teline çevirmişti.” (Ali Lidar)


9. Cümle: "Belki de, diye düşündü,  Tanrı gerçekten de insanın karşısına böyle küçük oyunlar çıkarıyor ve aklıyla övünen insanoğlu da bu oyunun bir oyuncağı, bir piyonu oluyordu; gördüğünü sandığı bu silüet ise simülasyonun bir parçasıydı." (Mete Karagöl)


10. Katkı: "Yönünü değiştirip kararlı adımlarla terminale doğru yürüdü. İzmir otobüsüne bilet aldı. Bir serabın peşinden gitmeyecekti artık, Nuray’a gidecekti. Onun aramasını, gelip kendisini bulmasını beklemenin bir anlamı yoktu. 

Otobüste, böyle aniden yola çıktığı için kendine kızdı. Önce Nermin’i, Samet’i, diğer arkadaşları arayıp, onlarla görüşeceği bir ortam yaratsaydı, daha iyi olmaz mıydı? Yine de içinde bir hoşnutluk hissediyordu. Düşünüp durmak yoktu, beklemek yoktu artık, harekete geçmişti." (Zafer Köse)


11. Katkı: "Kadifekale'nin dar sokaklarında, toplanmayan çöplerin kokuları arasında yürüyen Sinan, balkonda asılı çamaşırların olduğu bir evin önünde durdu. Dış kapının kilidine anahtarı soktu, demir kapıyı bir ayak darbesiyle açtı. İzmariti dışarı fırlatıp, ince uzun bacaklarını seker gibi kullanarak merdivenleri hızla çıktı. Kilidi çevirdi ama dairenin kapısı açılmadı, arkadan kilitli olmalıydı." (Barış İnce)


12. Katkı: "İlkin bir omuz vurdu kapıya sonra bir omuz ve bir omuz daha… Neden açılmayan kapıları zorlar ki insan, neden bilhassa açılmadıklarını düşünmez? Dermanı kalmayınca eşiğe çöküp sıvazladı ağrıyan yerlerini. Hırsından mı artık yoksa kimsesizliğinden mi boğazına düğümlenen urganlar sicim olup aktı gözüne. Bağırdı apartman boşluğunda:
'Çok seviyorum lan…Ölesiye seviyorum Nuraay'
Hep 'ölesiye- öldüresiye' diye düşündü Nuray içeride. 'Hiç yaşayasıya değil!' " (Anıl Çetinel Örselli)


13. Katkı: “Midesinden gelen acı su damağında dolandı. Yutkundu. ‘Ah Nuray,’ dedi sesi gittikçe kısılarak, ‘Ah Nuray!’
Dipdiri bir hüzün göğsünde dolandı. Defalarca çarptığı kapının ardında mı kaldı bütün dünyası? Nuray ayın en parlak hâli… 
‘Kendin ettin Sinan,’ şimdi bir kapı eşiğinde dişlerinin arasından çıkmaya çalışıyordu kelimeler, ‘Kendin ettin de bulabildin mi kendini.’
Kapı eşiğinden yansıyan ışık böldü düşüncesini. Yüzü aydınlandı. Umut böyle bir şey değil mi, sevaba çeviriverir günahlarını.” (Ayşe Hicret Aydoğan)


14. Katkı: “Perdeyle birlikte sola doğru hareket etti. Burnunun dibindeki kirden kararmış kadife kumaşın kesif kokusu, aldığı nefesle içine doldu. Huzursuz, kapalı gözlerle bir süre bekledi. Açılan perdeyle akşam güneşi çoktan odaya dolmuş, kızıla çalan rengi duvara vuruyordu. Ağırlaşmış göz kapakları hareketlendi. Olduğu yerde duvara bakmaya başladı; güneşi batırana dek.” (Erdal Güney)

 

15. Katkı: “Hayır, karanlıktan değildi bakışlarının bulanması; Nuray’sızlığından, mazinin içine dolan rüzgârındandı ve biliyordu başına gelecekleri. Bekledi, ürpererek bekledi… Nitekim çok geçmeden geldi, oturdu göğsüne. İşte, esaslı bir sancının oyuncağıydı şimdi. Herkesin, her şeyin ortasında, ter kokuları arasında, uğul uğuldu.” (Üzeyir Karahasanoğlu)


16. Katkı: "Beyni karıncalanıyor, yüreği eziliyordu. Nicedir dikenli tellere takılmışcasına can çekişen ruhunun ancak onunla karşılaşırsa şifalanacağına inanıyordu. O halde beklemenin manası yoktu. Son bir aydır her gün yaptığı gibi onunla karşılaşmasını sağlayacak yegâne can simidine sarılmaya karar verdi. Elini usulca cebine attı,parmaklarının arasında acemice gezdirdiği ilaca bir süre boş gözlerle baktı, sonra bir çırpıda yuttu. Birazdan, Nuray’a, onu her şeyden çok sevdiğini ve cesur davranamadığı için kendisini affetmesini söyleyeceğini düşünerek gözlerinin mutlak karanlıkla buluşmasını beklemeye koyuldu." (Devran Kaya)


17. Katkı: "O esnada kilometrelerce ötede Kadıköy'ün, adını eski değirmenlerden alan semtinde asırlık apartmanın demir kapısı gıcırtıyla açıldı. Yaşamının en zor dönemi dün hakim kararı ile sonuçlanarak esaretten kurtulan Hamdi içinde gün gün büyüttüğü kiniyle sokağa adım attı. Bununla birlikte hayatının bu yeni sayfasına da sert ve kararlı bir adım atıyordu. Ne yapacağını çok iyi biliyordu artık. Vakit geçirmeden İzmir’e gitmeli ve yüreğinde saklı duran o yarayı kanatmalıydı. Hem de neye mal olursa olsun! Tedbirsiz gidemezdi elbette -Sinan da orada olabilirdi çünkü- bir yerden ‘emanet’ bulmalıydı. Murat geldi aklına. Duraktan otobüse bindi. Murat'ı bulabileceği o kahvehane için Ayrılıkçeşmesi'nde inecekti.” (Uğur Demircan)

 

18. Katkı: "Geçmişe sıklıkla dönüyordu bu ara. İnsan ne zaman mutsuz olsa eskilere döner, oralarda oyalanır, ruhunu genişletecek sokaklar arar dururdu. Gökyüzünde gördüğü bulutlara uzun uzun bakıp yolları hayal ederdi. Büyüyen herkesin gidebildiği, yeni yerler görebildiği bir dünyada çabucak yetişkin olmalı ve çıkıp gidebilmeliydi gölgesini ezberleyen patikalardan. Yıllar geçip gitmişti. Elde avuçta kalan birkaç anı da olmasa yaşadıklarına katlanamazdı. 
Otobüsün penceresinden görülen yüksekçe binalar, iş merkezleri, viyadükler, köprüler, kalabalık içindeki sıkıntıyı çoğalttı. İneceği durağa geldiğinde ayaklandı. Önündeki kalabalığa karışıp ilerledi. Ne zaman gelmişti en son bu kahvehaneye. Üç, belki de beş yıl öncesi. Dün gibi aynı örtüler masalarda. Yaşlılar duvar diplerinde okeye dönerken, çaycı çocuk aralarında durmuş çay servisi yapıyor. Murat’ı göremiyor oturanlar arasında. Gözüyle taradığı yüzlerle defalarca karşılaşmış gibi dik dik bakıyor hepsine. Biri bir şey söylesin, gövdesinden fırlasın istiyor içindeki öfke. Sigaraya kalkıyor birkaçı. Yanından geçip dışarı çıkıyorlar. Çay vereyim mi abi, diyor çocuk yanında durmuş. Boş masayı işaret ediyor. İki adım atıp oturuyor sandalyeye. Onu sormayı geçiriyor aklından. Sonra vazgeçiyor. Gelir, diyor. Birazdan mutlaka damlar buraya. Gidecek bir yerim mi var, dediğini o günü anımsıyor belli belirsiz." (Serkan Türk)

 

19. Katkı: "Çocuğun uzattığı çay ile düşüncelerinden sıyrıldı. Çocuk çayı uzatmamış bir anda tutuşturmuştu ve arkasına bakmadan gitmişti. Çaya şeker atıp karıştırdı. Ocakçının büyük bir dikkatle onu izlediğini fark etti. Buhar tüten kazanın üzerindeki demliklerin arasında kendini izleyen gözleri görebiliyordu. Etrafına bakındı, bir an herkesin onu izlediğini zannetti, korktu bundan. Görülmek, fark edilmek, tanınmak istemiyordu. Çayından sıcak bir yudum aldı ve kendini toparlayıp ocağa doğru ilerledi." (Ferhat Uludere)

 

20. Katkı: "Ne var ki kapının ardında beliren çehrenin bırakın Nuray'ı, ay veya nuru ayrı ayrı andıracak bir yanı bile yoktu. Kuru üzüm misali bir teyze. Ne yaptın lan Sinan? Ne yaptım? Kadının üç günlük ömrü kalmış, yüreğine indirip o üç günü de heba edecektin. Elini mi öpsem? Bir dene bakalım. Sinan, kim olduğunu bilmediği teyzenin buruş buruş eline sarıldı. Sonra kafasını kaldırdı. Teyzeyle göz göze geldi. Teyze ise artık ne kadarı kaldıysa kaşlarını çatıp kuru kuru söylendi. 'Eşşolusu.' " (Fuat Sevimay)

 

21. Katkı: "Ardından, yaşlı kadın ani bir hareketle kolunu kaldırdı. Hamdi, üzerine doğru hışımla inen bastondan kaçmak isterken oturduğu sandalyeden düştü. Kahvehanedekilerin gülmeleri arasında acıyan bileğini tutarak kafasını kaldırdı. Ortada ne teyze vardı ne de Sinan... İlkin hapse girdiğinde görmüştü böyle hayalleri. Bir hayalin içinde dönüp duran, oradan kalbine inen o müthiş acı şimdi yine buluyordu kendisini." (Mehmet Sezgin Sarı)