YAZAR YALIN GÜNDÜZ'E SORDUK

6 Temmuz 2025

Bir kitabın devamını yazsanız bu hangi kitap olurdu?

    Dimitri yirmi yıl suçsuz yere Sibirya’da sürgün yatmış, cezasını tamamlayarak kasabalarına dönmüştür. Kalacak yeri olmadığından Staretz’liğe yeni yükselmiş Alyoşa’nın yönettiği manastırda konaklar. Kardeşleri İvan’ın geçirdiği beyin kanamasından sonra kısmi felçli kaldığını, buna rağmen Katerina İvanovna’nın geçen sürede onun yanından hiç ayrılmadığını öğrenir. Evet, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük romanı Karamazov Kardeşler’in bitiminden yirmi yıl sonraki yaşamlarını yazmak isterdim.

 

Sevdiğiniz ilk cümle? Hangi kitaptan?

    

    “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi, içimdeki sıkıntı eridi.” Bu cümleyle açılır Aylak Adam. Üniversitedeki kız arkadaşımın, Türkçe dersinde işledikleri bir kitaptan bahsetmesiyle tanıştım baş karakter C. ile. “Sana benziyor,” demişti arkadaşım, “senin gibi tutkulu. Ve hayatının kadınını arıyor. Onu mutlaka okumalısın.” Yusuf Atılgan’ın bu klasiği hayata bakışımı etkileyen bir kitap oldu. Baş kahraman C.’nin ruh eşini umutsuzca arayışını oldukça epik bulmuştum. Şöyle diyordu romanda: “Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.” 

 

    Üniversite yıllarımın idealizm bulutlarında gezinirken herkes için (yani, benim için de) bir ideal partner olduğuna ve onu bulması gerektiğine ben de tüm ruhumla inanıyordumGeçen yıllar ise bana hepimizin farklı dişil/eril örgüler taşıdığımızı, bu kimliklerin çoğunu yapboz parçası gibi tamamlayan partner özelliklerinin olabileceğini, fakat bu tip yin/yang türü bir zıtlıkla çekim olabileceği gibi benzer kimlikler üzerinden de örtüşme gerçekleşebileceğini, bu yüzden de ideal görüngüde olan bir partnerin bile örtüşmeyen, benzer ya da zıt, eril/dişil vurguları olabileceğini öğretti. Bizler, en iyi ihtimalle örüntüsü kendimizle en fazla tutan birini bulabiliriz, fakat ideal eş hevesini çoktandır Aylak Adam C.’ye havale etmiş bulunuyorum.

 

Edebiyat dergilerinden sevdikleriniz hangileri? Neden?

    Edebiyat dergilerinin rolünü çok önemsiyorum. Bazı edebiyat dergilerinin eski sayılarını sahaflardan koleksiyon için toplayan az kişiden biriyim sanırım. Güncel edebiyatın nabzı bu dergilerde atıyor, edebiyat dergisi takip eden okuyucuların okuma hassasiyetleri bilenmiş, farkındalıkları gelişmiş oluyor. Bu sebeple Hayal Sigortacısı adlı kitabımda yer alan öykülerin ilk olarak yayımlandığı Notos, Kitap-lık, Ecinniler gibi dergileri sadece ürün vererek değil, yarattıkları kültür alanı sebebiyle maddi açıdan da destekleme fikri taşıyorum.

 

Sizi en çok etkileyen roman karakteri?

    En etkilendiğim roman kahramanı İvan Karamazov’dur. Dostoyevski’nin daha erken bir eserindeki Yeraltı İnsanı’ndan çok daha araştırmacı, eğitimli ve gözü pektir İvan. Salt bilginin peşindedir ve ahlakın, adaletin yeryüzündeki sınırlarını bulmak için yola çıkmıştır. Yeryüzüne dönen İsa’yla konuşan Büyük Engizisyoncu pek tabii ki İvan’ın kendi ruhunun karanlık köşelerinden taşan bir şeytandan başkası olamaz. Dostoyevski’nin yarattığı İvan’ın tiratlarını her okuduğumda tüylerim yeniden ürperir, bu kadar büyük yaşamsal soruları tek bir kahramanın meselesi kılışına tekrar tekrar hayran kalırım.

 

Yazarı olmak istediğiniz çağ ya da dönem? Neden?

    Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Alman edebiyatı, günümüz bireyinin temel meselelerinin ilk olarak yapıtlaştırıldığı çok yüce bir dönem. Çağdaşı olmayı arzuladığım yazarlar arasında Freud, Rilke, Hesse, Kafka, Zweig, Mann gibi devlerin isimlerini saymak bilmem ne kadar mütevazı bir cevap olur? Her ne olursa olsun, o dönemin yazar ve düşünürleri, o büyük savaşın ardından temeli atılan bugünkü dünya düzenini ve bireyin sorunlarını en başarılı şekilde yansıttılar ve bu isimlerle aynı hastalıklı havayı solumak şüphesiz çok ilham verici olurdu.

 

Nasıl bir okursunuz?

    Hayatımıza hangi kitapları alacağımız çok önemli, aynı hangi insanları sokacağımız gibi. Farz edelim haftada bir, yani yılda kabaca elli kitap okuyan iyi bir okursunuz. On yaşından doksan yaşına kadarlık bir ömürde ara vermeksizin okuduysanız hayatınıza 4000 kadar kitap girmiş olacak. Demek ki, milyonlarca kitap arasından, sadece 4000 kitap seçme şansınız var. BirGün Pazar gazetesine yazdığım Fırsat Maliyetleri ve Yaşamımız adlı bir yazıda seçtiklerimiz kadar vazgeçtiklerimiz üzerinden de mutluluğumuzun belirlendiğini anlatmıştım. O 4000 kitabı öyle seçmeli ki okumadığımız olası tüm kitap seçeneklerinin verebileceği ruhsal gıdadan feragat edilebilmeli. Peki, hangi kitaplar girecek o şanslı gruba? Kendimce şöyle bir kural geliştirdim: İki kere okunmayı hak etmeyeceğini öngördüğümüz kitaplar bir kere de okunmamalı diye düşünüyorum.

 

Belli bir yazım tekniğiniz var mı ya da ritüeliniz?

    Sadece içe bakış değil, bir madenci gibi, başında fener, elinde çapayla, en derinlerde kalan, en karanlıktaki duygularımıza doğru bir kazı olmalı yazma eylemi. Evrensele gitmek için inebildiğimiz kadar özele, keşfetmeye cesaret edemediğimiz en gizli köşelere inmek gerek. Her yazarın kazacağı zifiri karanlıkta kurgu eserler için elmaslar saklı. 

    Belki de yazar ve okurun karşılıklı kazı eylemi demek daha doğru. Okur da aynı şekilde metin sayesinde kendi içinde bir kazıya başlıyor. Okuduklarının çağrışımlarıyla kendi derinliklerindeki elmaslarla tanışıyor. Okurun kazısı için yazarın tuttuğu ışık çok önemli. Bu fener ne aşırı bir ışık saçmalı ne de okuru karanlıkta bırakacak kadar sönük olmalı. Yazarın metninin çırılçıplak bir itirafa dönüştüğü, zifiri aydınlık bir maden ocağı düşünün; yazarın feneri kazıyı yapan okuyucunun gözlerini kesinlikle kamaştırmamalı. Okuyucuya hayal gücüyle tamamlayacağı bir alan tanımak, kendi yaşamıyla örtüştürme esnekliği sağlamak gerekiyor.

 

Bir karakteriniz sizi anlatıyor olsaydı bu hangisi olurdu?

    Her öyküde anılarımdan mutlaka bazı parçalar var. Aksi olamazdı diye düşünüyorum. Belki de yazar olarak bunun bir aşama ötesine taşabilme yetkinliği değerli, yani, kendi hayat hikâyemin, kendi kimliksel sesimin de ötesine taşabilmek. Hayal Sigortacısı adlı kitabımdaki öykülerimden bazılarında bir kadının birinci sesiyle anlatımlar yer alıyor. Yakın zamanda bu konuda bir iltifat aldığımda çok hoşuma gitti, kendi kimliğimin ötesinde, bir kadının, bir çocuğun sesini başarıyla yansıtabilmiş olmaktan çok keyif aldım. Gustave Flaubert’e diyorlar ki, senden kimse bahsetmiyor, varsa yoksa yazdığın romandaki kadından konuşuluyor. O da cevap veriyor: Madam Bovary benim! Bir yazar için belki de en büyük mutluluk bu. Yarattığı bir karakterin kendisinden daha çok bilinmesi! Don Kişot’un Cervantes’ten, Robinson Crusoe’nun Defoe’dan, Anna Karenina’nın Tolstoy’dan daha bilinir olması ne büyük bir olay.

 

Aldığınız ilk kitap neydi?

    

    İlkokulda Enid Blyton’un Afacan Beşler - Gizli Yediler'inden başka Aziz Nesin'den Şimdiki Çocuklar Harika, Gol Kralı ilk okuduğum romanlardı. Ben farkında değildim öyle olduğunun, ama babam fark etmişti: Hayatımda bir imza gününe gittiğim ilk yazardı Aziz Nesin ve o gün babam “Bu çocuğa okumayı siz sevdirdiniz” demişti, bense çok utanmış, sanki yapmamam gereken bir işe kalkışmışım gibi başımı öne eğmiştim. 

    Sivas olaylarından birkaç sene sonra ölümünü duyduğumda bana imza günündeki gülümsemesini düşünüp bizlere devrettiği bayrağı onurla taşıyacağıma gözyaşlarımı silerek kendime söz vermiştim. Geçtiğimiz haftalarda doğum gününü kutladığımız Aziz Dede’yi rahmetle anıyorum, umarım bize bıraktığı eserlerine ve fikirlerine layık olabilmişimdir.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: