BU DENİZLERİN MAVİSİ / DAHA

Doktor, ona ağır koah olduğunu söylediğinde üzülmedi. Ilık bir yaz akşamı, fındık dalları hışırdarken köhne direğin aydınlattığı mıcır yolda tıngır mıngır yürüdü. Eve girdi, bir büyük devirdi, kapı pencere indirdi, karısına bağırdı küfretti... “Soğanın zarını neden soymadın? Sobayı niye harladın?” 

Üstünü giyindi Şefik, adını zemheride babası koymuştu, takvim yapraklarını tek tek koparmıştı. Günün yemeği; kapuska, pilav, salata... tatlı; sütlaç, erkek ismi, Şefik, kız ismi, Ayşe, Şefik; sevecen, şefkatli, müşfik olan. Tütünü çıkardı, Sülünlerin Refik getirmişti te Erzincan'dan, kokladı, kâğıdı yalayıp yaktı, duman mavilendi. Avluya düştü, gümm, dedi avlu. On dörtlüye sarıldı, grav, grav. Duyanların kılı kıpırdamadı, yanına yaklaşılmazdı böyle akşamlar. Şefik delirdi, diyenler kafasını yastığa gömüp rüya üstüne rüya örtündü. Ceket omzunda gerindi, kırma topuk esnedi, horon tepti, doktora sövdü, kediye, Zeytin'e, ağaca, dala, karayele, ajansa, paraya, zamlara, oduna, kömüre... Ağır ağır, tadını çıkara çıkara, ağzını yaya yaya küfretti. “Koduğumun doktoru!” 

Zeytin aldırmadı, ayağının dibine çömüp havladı, hav... Şefik belirip kayboldu dumanda, alacada sabah takasıydı, yanladı, siste çakan kırmızı şimşek, güldü. “Ulan teres!” dedi, “Seni kovuyorum, dibime geliyorsun, dostsun, dost...” zinciri çözdü, Zeytin fırladı karanlığa. Eski eve süzüldü Şefik, seranderin arkasındaki iskemleye çöktü, havada yosun kokusu, taze zuluf kokusu... Saat gecenin üçü, cigaradan fırtlandı, duman tarazlanıp uçtu. Patkanlar, kocaman cordanlar cirit attı çatıda, eski döşeğe baktı, kendini gördü yatakta, gençti, diriydi, sırım gibiydi, her daim tetik, bıyığında ter, soba kütürdedi, odada ekmek kokusu, ahırda inek bağırtıları. Çekmeceden feneri alıp tarttı, evi dolandı. Kâh gençliğe kolan vurdu, kâh döndü şimdiye salya sümük. Belki öleceğini düşündüğünden, belki öldüğünden bir ikindi vaktine müteakip. Yalpa vurdu, düştü, kalktı, ışık şeritleri taradı duvarı, duvarda eski anlar, on kardeş yan yana, dördü ölü. Sofaya yürüdü, anasının boynunda o koku, beşibiryerde parıldadı, utandı Şefik, eğdi başını, kardeşi Halide'yi öptü, içlerinden geçip yuvarlandı yere, elinde çil çil altınlar, öksür Allah öksür, hönk hönk de hönk hönk, öhhö, öhhöööö, öhhööööö, kustu...

      “Ölecek miyim doktor?”

      “Öleceksin Şefik Bey!”

      “Ama daha yeni tütün aldım doktor!”

      “Aldıysan içeceksin Şefik Bey!”

    “Ulan Allahsız doktor, ulan mendebur doktor, hasta olunca bey, kapıdan çıkınca balıkçı!” attı cigarayı, ahırın üstündeki odaya koştu, üç kız geldi, üç dilber, üç afet, oynamaya başladılar, iki çalgıcı, bağlama, darbuka, kemençe, tırrım, tırrım, tak, tak, tak... dım dırı dım dırı, dım, dım, dım. “Vur bağlamacı bam teline,” dedi Şefik, “of!” dedi Şefik, yatırdı kafayı. Oyyyyy, yaylanın soğuk suyu da deldi bağrımı deldi, yaylanın soğuk suyu da deldi bağrımı deldi, üç günlük gelin iken de bana selâmı geldi, bana selâmı geldi, seni domuzun kızı, hayırsızın gelini, alsam seni yanıma da sarsam ince belini, sarsam ince belini, ha buradan oyani, nazara da nazara, haburadan oyani, nazara da nazara, ikimizi koysunlar da senin ile mezara, senlen aynı mezara, oy, oy, oyyy...*

      Sesleri duydu Hatice, evde elini avucuna vura vura... Büyük oğlu Osman'a haber saldı, Osman, çekti ipek işlemeli yorganı çenesine, girdi karısının sıcağına, “Bana ağlama, git başkasına ağla!” Şefik oymalı ahırın yanındaki küçük odada gördü anasını süt çekerken, babasından azar işitti. Hatice'nin altınlarını satıp aldı ilk takasını, bordaya, “Bu denizlerin mavisi!” yazdı, yıl 67, teşrinievvel, istikamet Delikli Kaya... “Ne var ambarda?” “Ambarda istavrit, karagöz, hamsi,  Makarov, bax var!” “Sen yaparsın aslan Şefik!” yaptı da, yattı on sene Bahçecik'te, dövdü karısını kız doğurdu diye, babasına madik attı, Narin'i beş paraya sattı. Barbuta oturdu, hepyek, dubara, dörtcihar, kahvedekiler güldü. “Şüüü, yavaş ol Şefik!” Kişnedi Narin, çalgıcıları kovdu, atı tuttu yularından, okşadı benekli burnunu, tek hamlede hoop sırtına, havada tılsımlar, yıldızlar, mayhoş karpuz rayihaları. 

“Daha yaşamalıyım,” dedi Şefik, “daha tatmadığım türlü zevkler var.” içini kemirdi şüphe kurdu, kıvırdadı beyninde. “Ya öldüysem, ya geberdiysem bok yere! Ölüler uçar böyle, kaçar, canının her istediğini yapar.” Eski evi tek çiftede yıktı. Fareler, çalgıcılar, sırma saçlı kızlar, ağlar, kürekler, kardeşleri, anası, babası, siyah-beyaz fotoğraflardan taşıp yitti, evin yerinde yeller. Seranderin içi zulmet, orada kem gözler, orada irin nefesler, orada kara adamlar, zebaniler, deniz kızları... 

Zeytin havladı, Şefik çekti yuları, vurdu mahmuzu, tırısa kalktı Narin, hop, evvel zamandan şimdiye. Süzüldü toprak yolda, süzüldü Şefik, harmanı geçti, düştü incirin dibine Şefik, şaha kalktı, tepti havayı Narin, burgaçlandı hava, döne döne haykırdı. “Hatçeee! kız Hatçeeee! Daha bitmedi, böyle bitmemeli!” Fındık ocakları, bostan tarlaları ve dağlar kabardı, lacivertlendi dalgalar, mora kesti gök... Doldi suları doldi da, kayuğumun içine, dedim uşaklar tamam, ha bu dünyada işim da ha bu dünyada işi.**

 

   Şefik'in Nefesi Dile Gelseydi

   Ben onun içine dolduğumda, yani kana gelip canlandığında, Aralık 46, aylardan zemheri, karayemişte yel, ormanda boran vardı. Ben onun kalbinde pıt pıt attığımda, İnceköy'de su oymaya başlamıştı toprağı, dağı açıyordu Kilat yolunda kamyonlar, hommm, hommm! Ben onun içine dolduğumda ölüm bedavaydı, kıt kanaat yaşıyordu insanlar, hamsiyi gübre diye toprağa döküyordu ağalar ve toprak bire on veriyordu. Şimdi terk etmek üzereyim bulunduğum bedeni. Ben Şefik'in nefesi, kaç yıl oldu? Kaç gün? Kaç yıl gerek kişiye? Şefik daha diyor. Şefik bilmiyor onun nefesi bitecek, başkası yeşerecek, başkası var olacak, bitti Şefik, bitti.

      

      Zeytin'in Gözünden Şefik'in Durumu

      Sahibim iyi adam mıydı bilmem, ağladı, güldü, yaşadı, öyle duyguları pek anlamıyorum, karnım doyuyor, yatacak yerim var, işte o kadar, sokakta değilim, sokakta kalanlara neler olur neler? Aç kalır, çoluk çocuğun saldırısına uğrar, tecavüz, kuduz... Kuyruğunu pısıp köşeye çekilir. Ben öyle miyim, bir adım var, çevremde güleç insanlar, tüylerim pak, bitim yok, pirem yok, kokmam, hışır hışır kaşınmam. Arada kardeşlerimi, annemi, babamı düşünüp havlarım. Arada ormanda, kırlarda sebepsiz koşarım. Dilimi dışarı atıp koştukça, tüylerime vurdukça rüzgâr, eski bir zamanı yaşarım, içimde olan o yaşamı. Ben gözümü açtım, bu burma bıyıklı, tıknaz adamı gördüm, beni aldı sevdi, büyüttü, şimdi atın üstünde gülen, tın tın mezara koşan bu adam iyi miydi, kötü müydü bilmem.

 

 

*Yaylanın Soğuk Suyu - Görele Yöresi- Derleyen, Nida Tüfekçi

 

**Karayel ve Kaptan - Fuat Saka

 

 

 

UĞRAŞ ABANOZ