“Onca hayat hiç yaşanmamış gibi çekip gidecek miyiz?”
Meryem’in Çiçekleri, çoğu yerde, yazar Abdullah Ataşçı’nın bir önceki romanı Heder Ağacı’nın devamı diye tanıtılsa da bu roman taşıdığı kodlar, sunduğu referanslar açısından pekâlâ bağımsızlığını ilan etmiştir.
Savaş ve sürgün temalı romanın konusu, 20. yy. başlarında Osmanlı Devleti’nin yaşadığı sorunların, farklı kimliklerdeki halkların sürgünü ve imhasıyla çözüleceği düşüncesinde olan İttihat ve Terakki politikalarının izdüşümüdür. Ermeni genç Adis’in, halklara ölmek, öldürmek üzerine kurulu hayat dayatılırken, tutunduğu değerlerle başka bir hayata yol alışını okuyoruz. Çetin, ağır sınamalarla, sorgulamalarla dolu bir yolculuk…
*
Bilimsel bir yöntemle çalışmak ele alınan konuya objektif yaklaşmayı sağlar, kişisel yorumların önüne geçer. Romanın içeriği incelemeyi, edebiyat kuramındaki farklı yöntem, ilke ve kavramlarla da bütünlük içerisinde yapmamızı sağlıyor.Freitag Piramidi, kurmaca yapısının aşamalarını en net gördüğümüz ve yaygın olarak kullanılan yöntem olduğu için, özellikle romandaki kurgu tekniği ve yaratıcılık aşamalarını bu yöntemle inceleyeceğiz.
İşleyişin anlaşılmasında kolaylık sağlayacağı için öncelikle Freitag şemasına bakabiliriz. Şema dramatik yapıyı oluşturan beş aşamayı kapsar.
(Görsel, yazar tarafından üretilmiştir.)
Meryem’in Çiçekleri, şemada gördüğümüz matematikle uyumlu dört bölümden oluşmaktadır. Bunun yanında aşamaların yaratımında, kuramsal olarak nitelikli bir kurmaca olduğunu düşündüren yazı/kalem işçiliği örnekleri oldukça fazladır. Bu romanı değerli kılan da işte bu örnek işçiliktir.
*
Sergileme aşaması, romanın Nefes adını taşıyan ilk bölümüdür. Şemaya göre bu aşamada yazarın amacı çatışmanın yaşandığı dünyayı kurmaktır. Çatışma bunun sonucu olarak ortaya çıkar. Karakterler, anlatımın biçimi ve ortam gibi temel unsurlar bu kurucu bölümde yaratılır. Biz de bu unsurları ele alarak sergileme bölümünün değerlendirmesini yapabiliriz.
“Anlatmaya nereden başlayacağım?” sorusu pek çok yazar için sorun olsa da Abdullah Ataşçı bunu “in medias res” kavramının başarılı bir uygulaması olan açılışla çözmüştür. İlk cümle, okura, her şeyi en başından, uzun uzun okumak zorunda kalmayacağının sinyallerini verir.
“İshak ve Hristo’dan ayrıldıktan sonra cesetlerin, organları dört yana saçılmış leşlerin, dalları kopmuş, gövdeleri yarılmış ağaçların, paramparça olmuş büyük kayaların ve hepsini kısmen örten kara bir balçığın ortasında bulmuştu kendisini Adis.” (s.13)
Savaş gibi büyük bir afetin tarumar ettiği bir coğrafya okunur bu cümlede. Adis ve ondan sonra gelen Sinan’ı devam eden bölümler boyunca yaşadıkları zaman ve mekânın içinde tanırız. Karakterler, fiziksel özelliklerinden ziyade, kronotopların doğru kullanımı sonucunda toplumsal ve siyasal koşullar içinde var edilmiştir. Temsil yeteneği güçlü karakterler sadece Adis ve Sinan değildir. Bütün karakterlerde bu özelliği görürüz. Fakat Adis, hakkında tehcir kararı alınan Ermenileri; Sinan ise bu kararı alan devleti, İttihatçıları temsil etmektedir.
“Değirmenci, Adis’in çaresizliğinin emarelerini yüzünün ifadesinden; utandığını ellerini nereye koyacağını bilememesinden; acı çektiğini ve tuhaf bir şekilde bilendiğini gözlerini kısarak bir noktaya bakmasından; yola çıkmak, sadece gördüğü köyleri ya da insanları değil zamanı da bir şekilde geride bırakıp zihninden silmek istediğini ise dudaklarını ısırıp ısırıp kemirmesinden anladı.” (s.217)
Kitaba adını veren Meryem’in çiçekleri, ters lalelerde dikkat çeken, özgün bir karakter yaratımı örneğidir. Romanın, (Wirginia Wolf’ten ilham alarak) kurmacada kadın temsiliyetinin ölçülerine göre yazıldığı rahatlıkla söylenebilir; Rehan, Gewre, Cavidan, Berivan… Buna karşın, belirgin bir anne figürü yoktur. İsevi inancını taşıyan Ermeniler için, Meryem hepsinin annesidir. Gözyaşlarından filizlenen ters laleler, Tebriz’den Malatya’ya kadar uzanan bir coğrafyanın endemik bitkileridir. Olayların yaşandığı coğrafyadır burası ve annenin yolladığı bu çiçekler, tıpkı bir anne gibi özlenen, kavuşulmak istenen her şeydir.
Dilde kurulan anlatım biçimi, kıyıcı bir dönemin insani sorgulamalarını ve çıkarımlarını, dönemin ve geçtiği coğrafyanın kültürel ögelerini barındıran bir içerik taşıyor. Ataşçı edebiyatında aşina olduğumuz ve o coğrafyanın hafıza aktarım biçimi olan masallar, rüyalar ve mistisizm burada da kendini gösteriyor. Ancak bu anlatımların ayırıcı yanı, hakikatten uzaklaştırmak yerine ona yaklaştıran bir işlev görmesidir. Her masalsı anlatımın dayandığı sert bir hakikat, romanın katmanlarında okunmaktadır.
Nihayet tüm bunlarla çatışmanın özü dile getirilir; Adis’in bir hedefi, yaşamak için motivasyonu vardır. Kardeşi Rehan ve kuzeni Gewre’yi bulmak, alıp güvenli bir yere ulaştırmak… Paralelindeki hikâyede ise Sinan’ın Cavidan’la evlenip bölgede siyasi kararları hayata geçireceğine güvenilen bir devlet adamı olarak Diyarbekir’e gönderilmesi izlenir. İlk bölüm böylece tamamlanır.
*
Minnet ve Arayış başlıklı ikinci ve üçüncü bölümü birlikte ele almak, şemaya uygun olacaktır. Görsele bakarak bile anlaşılacağı üzere bu bölümler hem nicelik hem de nitelik olarak da en geniş aşamalardır. Çünkü olay örgüsü, örgünün katmanlarla derinleşmesi, örgüyü görselleştiren sahnelerin yaratımı ve elbette tempo ve ritim buraya kelimenin tam anlamıyla ilmek ilmek işlenir.
Romanda, aksiyondaki yükseliş kurguya dahil edilen yeni karakterler ve gelişen olaylarla sağlanmıştır. Ortam genel varlığını korumakla beraber, evlerin odalarına kadar mikro tasvirlerle büyütülmüştür. Yolculuk diye ifade ettiğimiz kesit de asıl olarak buradadır. Rehan ve Gewre’yi emanet bırakıldıkları evden alan Adis yola düşer. Dedesi Armen’in, başta Kürtler olmak üzere, yolculuğun geçtiği coğrafyadaki halklarla dostluğunun ve egemenler müdahale etmeden önce bir arada yaşamanın yarattığı dayanışmanın selamıyla yol alırlar. “Minnet” aslında dayanışma ve eşitçe bir arada yaşamanın adıdır çünkü.
Olay örgüsünün doruğa ulaştığı yer romandaki tüm karakterlerin yersiz, yurtsuz ve belirsiz bir hayatta birleştikleri düğümdür. Şematik yorumda da doruk= doyum= düğüm noktası olarak adlandırılan bu bölümde romanın teması somuttur.
“Arayış” kaybedilen huzuru ve güvenliği bulmanın umutlu ve meşru adıdır.
“Baktılar ki gittikleri yerde de mutlu olamıyorlar o zaman yeni bir dünya aramak için bir daha düşeceklerdi yollara, ta ki onu bulana, ona sahip olana kadar bu arayışları asla bitmeyecekti.” (s.384)
Bu bölümlerde olaylar; son sığındıkları yer olan Mecit Ağa’nın konağındaki çatışmadan sonra Adis’in Sinan’la kader birliğine varması ve Diyarbekir’e gelişlerine kadar uzanır. Bu yan yana geliş, olan bitenin özeti gibidir adeta. Başlangıçta bir antagonizmayı temsil eden iki karakter, sürprizli geçişlerin sonunda, aynı saldıranlara karşı, canını birbirine emanet eden iki yoldaşa dönüşürler.
Çatışmanın doruğu aynı zamanda düşmenin başladığı yerdir. Aksiyon yüksel(til)irken ortaya çıkan olay ve sorunların, çözülmeye başladığı yerdir. Doğal olarak, kurguda bu bölümde temponun iradi biçimde düşürülmesi gerekmektedir. Tempo düşerken okurun akışta kalması ve kitabı sonuna kadar okumaya sevk edilmesi, bu aşamanın doğru kurulmasıyla ilgilidir. Bunun da başarıldığını söylemek fazlasıyla mümkündür.
*
Kurguya kazandırılan özellik açısından bu roman için söylenecek en doğru tanım adil olmasıdır. Sadece iyi ve kötü arasında bir adalet değil bu; her olgunun olumlu ve olumsuz karşılıklarını kurguda görmek mümkün.
Romanın zamanını anlatan pek çok kurgu ya da kurgu dışı çalışmada, o dönem Hamidiye Alaylarına katılan Kürtlerin varlığı üzerinden, ağırlıklı olarak Kürt halkına yönelik olumsuz değerlendirmeler vardır. Burada aynı siyasal süreçten etkilenen bölgedeki tüm halkları kendi gerçeği içinde çok daha objektif bir pencereden izliyoruz.
Romanda sık sık sahnelere dahil edilen kuşlar, benzer biçimde iyiye ya da kötüye yorulan bir şeylerin habercisi olabiliyor ama nihayetinde kuş yine kuş olarak varlığını sürdürüyor.
Burada özel olarak ele alınması gereken ayrıntı, yazarın karaktere adil olmasıdır. Yazarın yarattığına karşı bu adaleti kurması, karakterlerin gerçek kimliklere bürünebilmesi için gerekli ve önemlidir. Romanda çevresi tarafından çok sevilen Mecit Ağa ve tetikçi, çetecilik yapan oğlu Abdo arasında geçen şu diyalog bu adaletin kuruluşuna örnektir:
“Piçten başka bir şey olmadık senin gözünde. Büyüdüğümüzde iyi insanlar olmamızı umdun öyle mi, Mecit Ağa? Sen iyisin, biz kötüyüz, öyle mi? Sen fakir fukara babası, mazlumun can dostu, biz aşağılık insanlara kul köle, kimsesizlere gaddarız öyle mi, Mecit Efendi?” (s.368)
Kurguda gerçeklik açısından hakikate dayanan ama onu yeniden yaratım sürecinde işleyen bir tarz görüyoruz, yazarın bunu yazma evreninde oturmuş bir tarz olarak ustalıkla yaptığı da açıktır. Aynı dönemi anlatan birçok kurguda Talat Paşa’nın “meşhur” telgrafına yer verilmiştir. Burada olayları tetikleyen, insanların yaşadığı kötülüklerin sebebi olan bir Talat Paşa ve telgraf yine vardır. Fakat okur telgrafı değil, onun varlığının hayatın içindeki yansıma ve sonuçlarını görür.
*
Veda adlı son bölüm şemadaki çözüm aşamasıdır. Şemaya bakınca fiziksel olarak da fark edilecek bir ayrıntı vardır: bu aşamanın seviyesi başlangıç aşamasıyla eşit değildir. Bunun kurmaca yapısındaki karşılığı, her şeyin durum değiştirmiş olmasıdır. Aynı zamanda karakterler de baştaki özelliklerinden farklı, yaşadıkları olaylar ve aldıkları kararlar sonucunda değişim geçiren kişilerdir.
Değişimi güvenlik nedeniyle, zorunlu olarak bürünülen kimlikler temsil ediyor akış boyunca. Ermeniler Kürt, Kürtler Türk, Hristiyanlar Müslüman gibi görünmek zorunda kalıyorlar yer yer.
Van’dan göçen bir ailenin Çukurova’ya doğru yol alışı ve Kadirli üzerinden Hemite adlı bir köye gidişleri, dönemi temsil eden yan hikayelerden biridir. Bu hikâye aynı zamanda Yaşar Kemal’e bir selamdır. Okurken bu vesileyle Yaşar Kemal ustamızı selamlıyoruz.
Hacı Süleyman’ın ailesiyle beraber Hemite’ye kadar gelen Sinan ve Cavidan İstanbul’a dönmeye karar verirler. Akdeniz’den İstanbul’a giden bir gemiye binerler. Antakya’ya varan Adis ve ailesi de Musa Dağ’da saklanan Ermenileri almak için gönderilen gemiye binerler. Dağda başlayan hikâye, yeni bir hayata doğru yol almanın ve her şeye rağmen ferahlık duygusunun temsilcisi olan denizde son bulur. Elbette her sonun yeni bir şeyin başlangıcı olduğunu güçlü imgelerle hatırlatarak…
*
Son olarak birkaç noktaya değinmek iyi olacaktır.
İlki metnin ekonomisi ile ilgilidir. İyi kurmacalarda gördüğümüz ekonomi, yani kurguda yer verilen her ayrıntının bir işlevi olması; gereksiz şekilde dahil edilmiş ya da dahil edilip atıl bırakılmış ögelere rastlanmaması, Meryem’in Çiçekleri’ni metin ekonomisinin planlandığı bir roman olarak tanımlamamızı sağlamaktadır.
Edebiyattaki yeri açısından hakikat ve hafızayı birleştiren bir güncel derleme olduğunu söyleyebiliriz. Bir Ada Hikayesi dörtlüsü, Musa Dağ’da Kırk Gün gibi Ermeni tehcirini işleyen klasik romanlarda okuduğumuz birçok hikâye parçasının burada hem birbirleriyle hem de 1915’in diğer hikayeleriyle birleştirildiği bir metin oluşturulmuş. Ermeni yerine Hay adlandırmasının tercih edilmesi, bir hafıza mekânı olarak Sülüklü Han’ın kurguda yer bulması gibi ayrıntılar bu bütünlüğü yaratan güçlü bağlar olmuş.
Nihayetinde elimizde yöntemsel olarak benimsenmiş ve çağdaş yazın açısından kabul görmüş bir şemanın olması, çalışmaya mutlaka bir yön verir. Ama bunun içinin nasıl doldurulduğu, aşamalarda hayata geçirilen yaratıcılıktır asıl niteliği belirleyen. Araştırma süreci, bilgi ve deneyim, hakikate saygı, kurmaca tekniklerine vakıf olmak, bunları hayata geçirmek için gereken motivasyon ve disiplin; yaratıcı yazmanın koşullarıdır. Romanda hepsini görmek mümkün.
Edebî değerini kurarken aynı zamanda umut ve insanlık adına değer üreten bu roman için Abdullah Ataşçı’ya kalbimle teşekkür ediyorum.
UMUT ŞENER
Editör