SALTANATIN ABECESİ

alfabeyi bilmezdi, yani say desen sayamazdı sırasıyla. başkası olsa utanırdı, bir gün biri ansızın sözlüye kaldıracakmış da bilemediği için kınanacakmış gibi gelirdi. cümle âlem açığını kolluyormuş gibi. çocukluğundan belliymiş mayası. değil ellisinde, altmışında dahi uslanmayacağı. eğilip de burnunu yerden almayacağı. farkında değilmişiz sadece.

gençliğinin baharındaydı onu tanıdığımda. ğhenüz birinci sınıfta, harfleri yeni yeni öğrendiği günlerde bir tekerleme dolaştı diline. ısmarlama bir oyundu belki, sırf alfabeyi iyi öğrensin diye. işin o yanını hatırlamıyorum şimdi. jelatin kaplı defterleri, kokulu silgileri ve o anlamsız tekerlemeyi hatırlıyorum ama. kızlarla arasında bir nevi silah gibiydi. laf atmaları, sataşmaları hep bu tekerlemeyle biterdi. mesela yandıysa bir oyunda, ebelendiyse, daha dalga geçilmeden başlardı saymaya. neticede zaferi belirleyen, alfabenin sonunda söylenecek tek cümleydi, ilk söyleyen kazanırdı. o yüzden kıyasıya yarışır, bir an evvel tekerlemeye ulaşmaya çalışırdı. öyle öyle, tekerlemeye birkaç saniye erken ulaşmak, rakiplerini hasetten çatlatmak ümidiyle alfabeden harf ayıklamaya başladı. pratikte de tuttu bu plan, oyuna heyecan getirdi. riskleri yok muydu, vardı, harf atladığı fark edilse baştan başlaması gerekirdi. savaşı kazandıran cesarettir derler ya onunki de bir çeşit cahil cesaretiydi. 

şimdilerde komik geliyor tabii ama o gün bu küçük zaferler her şeyiydi. tekerlemeyi söylediği an tüm havası değişirdi. uğultular, tebrik ve tezahüratlar arasında kendini sultan zannederdi. üne, tebriğe, saltanata alışmışken bozuk bir abece kimin umurunda ki? ve işte, birkaç yıllık saltanat uğruna alfabesi aksak kaldı, tıpkı bacağı gibi. yine de kaytarmadı oynamaktan, ebelenmekten korkmadı. zaten ebelense bile kuşanmıştı silahını; a, b, c, ç, d, e, f, g, h, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z, kızlar ge-ve-ze.

 

 

BURAK ÇAKIR