Canan’la dışarı çıkmayı oldum olası sevmem. Alt tarafı yakındaki bir alışveriş merkezinin üst katında birer hamburger yiyeceğiz. Bitmek bilmeyen hazırlanmasına bakılırsa süslü bir yalının özel davetlisi olduğunu düşünüyor olmalı. Gerçi ben de tıraş olmuşum, kokular sürüp, kravat bile bağlamışım. Bir şey diyemiyorum. Bana düşen salonda oturup sessizce beklemek. İçimden geçenleri uluorta ifade etmekten çekinirim. Canan’a mızmızlanmak yerine çalıyı dolaşmayı tercih ederim. Eli maşalı biri olduğundan, sonunda beni haksız çıkaracağından değil. Onun benim yüzümden düşen suratı bana dert olur. O üzülünce içim acır. Sahtekârlığımın aynasıdır Canan. Onun gönlünü hoş etmek için nadiren söylediğim sevgi sözcükleri boğazıma dolanır. Bilirim çok daha fazlası hakkıdır ama, geçmişte kalan nankör bir anıda takılı kalmış bozuk bir adamım. O nadide hatırayı gizli gizli yüceltir, Canan’ı ufalarım yıllardır. Bir yanım hep yalancı hep hain. Hülyalı bir sadakatsiz. Bir yanımsa oflayıp puflamıyor değil tabii. “Hadi Canan, hadi!” demekten kendimi alamıyorum.
Hızlıca hamburgerlerimizi yiyeceğiz. Ketçap ve mayonez artıklarının bulaştığı kirli tepsiyi masamızda bırakıp otomatik kapı ile bölünmüş terasa çıkacağız. Terası kademeli bölen şeritleri takip edip sigara içmeye müsaade buyurdukları kıç kadar yerde tanımadığımız insanlarla sırt sırta vereceğiz. Ayaküstü yemek yediğimiz gibi ayaküstü tüttüreceğiz. Soğuk hava, Canan’ın artık geçmekte olan yüzündeki gereksiz boyaları rengi solmuş dövmeler gibi bulayacak birbirine. Çirkin gelecek gözüme. Ona baktıkça kendisinin de aklına yatmayan bu değişimin biraz daha farkına varacağım. Sıcak bir yerden soğuk havaya çıkınca kızaran hatta yer yer moraran yüzünde arayacağım eski günlerin izlerini. Bulamayacağım.
Canan, ona bakarken dalıp gittiğimi görünce gerçeklikten çok uzak bazı çıkarımların peşinde mutlu olacak kısa bir an. Yanılgısı kızdıracak onu. “Aklın nerede Allah aşkına!” diye çıkışacak bana. Onu dinlemediğimi hatta duymadığımı söyleyecek kuşkuyla. “Sahi ne anlatıyordu acaba?” diye geçireceğim içimden. Bozuntuya vermeyeceğim. Elimi sırtına koyup sıvazlayacağım. “Hadi söndür artık, gidelim. Bak buz gibi olmuşsun!” diyeceğim. Yanımızda somurtan yoğun kalabalığın ortasındaki çöp kutusuna ürkekçe uzatacak elini. Söndüremeden bırakacak üstüne sigarasını. İçine sinmeyecek biliyorum. Aklı bir süre, yanmakta olan izmaritin kötü dumanına takılacak. Çevresindeki insanlara ayıp farz edecek yaptığını. Evde de böyledir. Tahammülü yoktur usul usul yanmaya devam eden izmaritlere. İlla küllükte ezilip büzülecek sigaranın süngeri. Bir de son sigaranın üstünden en az bir saat geçmeden boşaltmaz küllüğü. Yangın çıkar maazallah! Cayır cayır yanarız diye ihtiyatı elden bırakmaz. Bunun gibi birçok tuhaf huyları vardır Canan’ın. Geceleri yedi kere Ayet’el Kürsi okumadan uyumaz mesela. Birini sağına üfler, diğerini soluna. Biri yukarıya biri aşağıya. Etti dört. Önüne, arkasına altı. Buraya kadar parmaklarını tuta tuta sayar. Ve en sonuncusunu da yutar. İçini de korumak ister şeytanın şerrinden, hasetlerin kem gözünden. Arada sırada bana da nazar duası okur. Dalıp gitmelerimin, onu duymadığım, görmediğim zamanların hep nazardan olduğuna inanır. Yıllardır gül gibi geçinip gittiğimize, mutlu olduğumuza göre bunun başka açıklaması ne olabilir. Sabrını hesaba katmaz hiç. Hasbelkader bir aile buluşmasına, kalabalık bir ortama girdik mi yandık. Eve gelene kadar bizi bekleyen muhtemel sıkıntıların hepsine senaryolar yazar. Faillerini belirler ve irili ufaklı tüm tartışmaları tatlıya bağlayacak çözüm metotlarını planlar. İçi su dolu bir tencere, eritilecek kurşunlar, küçük tüp, kepçe, örtü, soğan, sarımsak ve daha neler neler. Ah Canan…
Terastan çıkarken yüzümüze vuran sıcak hava Canan’ın rimellerini yumuşatacak. O ceplerini yoklayıp kâğıt mendil aranırken ben bu kez bankonun arkasında duran kıza bakacağım. Siyah bluzunun üstündeki kocaman sarı M harfine, patates kızartması kokan saçlarını örttüğü logolu siperliğe dalıp gideceğim. Üstü büyük boy içecekler ve paketlenmiş yemeklerle dolu tepsileri incecik kollarıyla kaldırıp, karşısındaki dev gibi adama uzatışını izleyeceğim. Adamın yanındaki sarı kafalı küçük kıza göz kırpacak ve ben yıllar öncesine savrulacağım. Aşktan sarhoş ve parasız iki öğrencinin bir lokantada yarı zamanlı çalıştığı, mühendislik okuduğu ve çokça seviştiği o güzel yıllara…
Onun, annesinin eline yapışmış bir kız çocuğuna göz kırptıktan sonra bana gülümseyişi. Kulağıma eğilip fısıldayışı, “Bizim de bir kızımız olsun.” Kulağımda bir gıdıklanma. Gıdıklanma…
“Alooooo!” diyen Canan’ın sesi patlayacak kulağımda. Aman aman!
Her zaman böyle yaptığımdan, hep bir tuhaf davrandığımdan dem vuracak. Gözleri gözlerimin takılı kaldığı noktada gezinecek, anlamlı bir sonuç elde edemeyeceği için dili varmayacak daha fazla sitem etmeye.
Bana bozukluğu çabuk geçecek. Işıltılı mağazaların vitrinlerine sürükleyecek beni. Önce camın ardından bakacağız mankenlerin üstündeki kıyafetlere. Sonra daha derinlere doğru çekecek beni. Soyunma kabinlerinin önünde, elimde denenecek kıyafetlerle beklerken bulacağım kendimi. Eski formunda olmadığını unutacak denediği elbiseye sığmaya çalışırken. Fermuarını kapatmam için bana dönecek sırtını. Zorlayacağım. Yarıya kadar kapanacak daha fazlası mümkün olmayacak. Üzülecek. Moral bozukluğunun sorumlusu geçen yıllarda aldığı kilolar değil az önce yediği son yemek olacak. “Hadi hamburgeri yedim, en azından o patatesleri banmayacaktım acılı soslara” diye diye tavaf edecek alışveriş merkezini. Bedenine uygun aldığı birkaç parça kıyafet içine çok da sinmeyecek. Eve gider gitmez atacak dolabın bir köşesine. Kendini görecek başka bir mağazanın aynalı camında. Karnını içeri çekecek. Kamburlaşan sırtını düzeltmeye çalışarak yürüyecek.
“Eve gidelim, güzel bir çay demleyelim” diyeceğim.
“Tamam” derken köşedeki kozmetik mağazasını görecek. İçeri sokmaya çalışacak beni.
“Sen al da gel, ben burada bekliyorum” diyeceğim. Mağazadaki kalabalığa şaşıracağım. Açlık çekenlerin bedava bir parça ekmeğe saldırması gibi elleyecekler tüm ürünleri. Bu korkunç uğultu, yapış yapış vücutların birbirine teması, itiş kakış, yokuş aşağıya yuvarlanan tazeliği yakalama çabasından. Genç bir kız bileğine fısfısladığı parfümü koklatacak müşterisine. Kadın burnunu kıvırarak başka bir şişeyi işaret edecek. Bir başka kızcağız elinin üstüne sürdüğü rujları silerken, çekinerek mola isteyecek. Arka cebinden ezilmiş bir dal sigara çıkarıp soluğu dışarıda alacak. Eli kolu dolu çıkan kadınlara bakıp, “Kadın olmak zor iş!” diye düşüneceğim.
Canan’ı beklerken karşı mağazanın önünde bir kadın ilişecek gözüme. Devetüyü kaşmir paltosunun altından görünen ince bileklerinden tanıyacağım onu. Uzun topuklu rugan ayakkabılarının üzerinde yükselen bir zarafetle duracak ışıklı camın önünde. Patates kızartması kokusunun çoktan terk ettiği saçlarından, memnun bir hayatın kokusu yayılacak buram buram. İncilerle süslü beyaz boynuna bir adam sokulacak. Sessiz bir öpücük hafif gülüşlere karışıp kaybolacak. Benim yerime tercih ettiği zenginliğin koluna girip yürüyecek. Yapmacık duran havalı edalarını savura savura uzaklaşırken avutacağım kendimi.
Yaşlandığını düşüneceğim. En az Canan kadar! Başka birine dönüştüğünü, eski sevgilim olmadığını kabulleneceğim. Yalancı saadetinin altında yıkık hayalleri olduğuna ve asla mutlu olmadığına kalıbımı basacağım. Basacağım ama Canan da bana basacak tokadı.
“Kendine gel be adam. Yettin artık!” diyecek dolmuş gözleriyle. Onca şey söylemiş ve ben duymamış olacağım. Kalbi kırılacak. Aklımın nerede olduğunu soracak her zamanki gibi. Aklımın nerede olduğunu düşünecek uzun uzun. Sadece aklımın değil kalbimin nerede olduğunu da hiçbir zaman bilmeyecek.
Kafası karışacak, duyguları şaşacak. Sonrasını toparlamam mümkün olmayacak. Aramızdaki kocaman gediği Canan da görmüş olacak. Buna izin veremem. Yürüyen merdivenlerden inerken beline dolanacağım. Son basamakta dengemi kaybederken Canan tutacak beni. Varlığına şükürler edeceğim evimize dönerken.
“Tüm bunlara gerek var mı? Yok. Evden hiç çıkmayalım.” diye kalkacağım oturduğum koltuktan. Canan hazırlığını yeni bitirmiş, banyodan çıkacakken, kapıya yaslanmış halde onu izlediğimi görecek. Gülümseyerek, “Hazırım” diyecek. Yüzü güzelleşecek gözümde. Burnuma ferah esintiler, hoş kokular getirecek. Çoktan çayı demlemiş olacağım.
Sarılacağım karıma. Aramızdaki bütün boşlukları kapatırcasına sımsıkı. Böylesi daha güzel olacak.
NESLİHAN DEMİR SEZGİN