KENDİME GÖÇ

Bundan 20 yıl önce birisi bana: “2025 yılının Şubat ayında, Okanagan Gölü’nün kenarında bir ahşap evde oturup şömine kenarında tarçınlı çay içerken, Türkiye’de bir edebiyat dergisine göndermek üzere bir yazı yazacaksın.”  deseydi inanmazdım. Muhtemelen önce haritadan Okanagan Gölü’nün nerede olduğuna bakar ve hemen sonrasında ülkeme yaklaşık 10.000 km uzakta ne yaptığımı merak ederdim. Doğrusu, bu satırları yazdığım 2025 yılında da 20 yıl önceki Buket’in merakını giderecek net bir açıklama bulamıyorum. Yine de bu taşınmanın bana kazancını tek cümleyle özetleyebilirim: Kendime göç edebilme fırsatı sağladı.

Hepimiz dünyaya gözlerimizi, herhangi bir toplumsal bilince sahip olmadan açıyoruz. İlk deneyimlerimiz ve genetik aktarımlar sayesinde, etrafımızda farklı renkler algılayarak hayatı tanımaya başlıyoruz. Bu renkleri canlı veya soluk görmemizi sağlayan, ilk yıllarda yakın çevremiz oluyor. Sonraki yıllarda ise yaşadığımız bölgenin baskın renkleri belirleyici hale geliyor. Bu nedenle, alabildiğine özgürlükçü bir ailede yetişsek bile, tercihlerimizi, aslında çoğunlukla toplumsal normların bize izin verdiği seçenekler arasından seçebiliyoruz. Oysa başka bir ülkeye göç ettiğimizde, karşılaştığımız pek çok sorunun cevabına artık yeni seçenekler eklemek ve dolayısıyla yeni tercihler belirlemek bizim elimizde. Çünkü artık iç sesimiz bize başka bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyebiliyor. Bu sürecin başlarda kafa karıştırıcı, ilerleyen aşamalarda ise tatmin edici biçimde yaşandığını söylemeliyim.

Bu düşüncem için, buraya geldiğim ilk zamanki halimi örnek gösterebilirim. Türkiye’de binlerce kişiye hizmet vermiş, 35 yaşındaki bir klinik sahibi olarak buraya geldiğimde, kendimi, hayallerini genç yaşta gerçekleştirmiş, mesleğine akıllı yatırımlar yapmış, kitap yazmış başarılı bir kadın olarak hissediyordum. Ancak geldiğim ilk andan itibaren kendime yönelik bu yargılarımı yeniden değerlendirmeye başladım. Gün geçtikçe kendime verdiğim başarı puanı düşmeye başladı. Çünkü geldiğim ülkede ilkokula başladığımız andan itibaren hep akademik rekabet içinde olmamız gereken bir sistemin içinde var olmaya alışmıştım. Mezun olduktan sonra ise notların yerini maaş bordroları almaya başladı ve bindiğimiz arabalar, oturduğumuz evler yeni karnelerimiz haline geldi. Tek farkımız; notların tahtaya değil, İnstagram’ın ana sayfasına yazılıyor olmasıydı. 

Pek çoğumuz bu durumun farkında bile değildi, çünkü “başarı” kavramının öylesine yüceltildiği bir ortamda, “normal” sandığımız bir tarzda yaşıyorduk. En asi olanımızın bile toplumun en azından bir kısmı tarafından onaylanmaya ihtiyacı vardı. Saat farkı nedeniyle önceden tanıdığım kimseyle iletişim kuramadığım Vancouver’da, mecburen sadece kendimle iletişim kurarak geçirdiğim ilk birkaç haftanın sonunda gördüm ki; hayatı tek yönlü yaşamış, sürekli başarılı görünme peşinde koşmuşum. 

Oysa başarı değil, kendine en uygun halinle hayata katkı sağlama çabası, anlamlı olan. Kendinle dürüst bir kontrat imzalar ve istikrar için el sıkışırsan, bir daha gelmeyecek biçimde akıp giden dakikalarını ve hatta saniyelerini bile öyle anlamlı biçimde yaşaman mümkün hale gelebiliyor. 

Ben kendimle masa başına oturduğumda; kontratın ilk maddesinden ülkemde çok rağbet gören “fedakârlık” kelimesini çıkartıp yerine “öz değer” kelimesini yerleştirdim. Çünkü kendi yararlarından vazgeçmek anlamındaki fedakâr tutumların, özünde öyle insanlar arasında yaşayarak kendini güvende hissetme ihtiyacından kaynaklandığını fark ettim. Başkalarının da sürekli “fedakârlık” yapmasını bekleyen kişiler, bunu en doğru tavır olarak benimsiyor. Karşısındakine asla “hayır” diyemeyen kişilikler de bunun sonucunda gelişiyor. 

Buradaki insanları tanıdıkça, akşam iş çıkışı birine “hayır” diyemediği için hiç istemediği bir ortamda bedenen bulunup, ruhen can çekişen insanların ne kadar az olduğu dikkatimi çekti. Sadece canı istediği için eksi 5 derecede dahi keyifle koşan insanların sayısının hiç de az olmadığını gördüm. Bildiğim ancak uygulamakta bazen zorlandığım konuda bu hayallerine koşan insanlardan ilham aldım diyebilirim. Şimdilerin moda eğilimlerinden olan bireycilik değil elbette tercihim. Tersine, başkalarının takdiri veya kişisel çıkarları için değil, öz değerlerine ve hayallerine, dolayısıyla topluma en verimli halimizle katkı sağlamanın öneminden söz ediyorum. 

İkinci madde olarak; “zaman aşımına uğramak” kavramını kullanmamaya karar verdim. Çünkü gördüm ki, insanlar kariyerlerini, ilişkilerini ve hobilerini her yaşta yeniden inşa edebiliyorlar. Meslek değiştirmek, anne olmak, bir hobiye başlamak ve başka birçok hayal, asla zaman aşımına uğramıyor. Yani bizde sıkça kullanılan: “Benden geçti artık.” kavramı burada geçerli değil. 

Bu durumu gözlemledikçe yeniden başlamaya dair korkularım azalırken, aslında yeniden başlamanın sıfırdan başlamak değil, tecrübelerimle başka bir alana yönelmek olduğunu hatırladım. Hatırladım diyorum, çünkü çocukluğumda annemin iki çocuğu olan öğretmen arkadaşının bir yandan hukuk fakültesinde öğrenciliğe devam ettiği süreci biliyorum.

Diğer bir konu ise, taşındığım bu ülkede, tercihlerin sıfatlara bağımlı olmaması. Bunun en önemli sebeplerinden biri de, mavi yakalı çalışan kişinin ve beyaz yakalı çalışan kişinin hayat standartları arasında uçurum olmaması. Yani bu kişilerin toplumda gördüğü saygı, çocuğunu gönderdiği okul, gittiği hastane ve restoranlar arasında çok büyük fark yok. Hal böyle olunca sıfatları yarıştırmak için koşmak yerine, hayalleri peşinden koşmayı tercih ediyorlar. 

Üçüncü maddede ise bencillik ile kişisellik kavramını ayırt etmem gerektiğinin altını çizmek vardı. Zaten tek başıma bir yere gidip yemek yemeyi, oturup kitap okumayı, okuduklarım üzerine düşünmeyi ve tatile çıkmayı çok severdim ancak bu konuda kendi ülkemde bir kadın olarak biraz tuhaf bulunduğumu itiraf etmeliyim. Oysa burada hemen hemen herkesin bir hobisi olduğunu ve bu sayede kendileriyle baş başa kalma fırsatları yarattıklarını gözlemledim. Bu da onların hem kişisel gelişimlerine hem de psikolojilerine olumlu katkı sağlıyor. Bu nedenle bizim gibi ülkelerde sosyallik ve hayat belli bir saatten sonra bitiyor gibi düşünülen saatlerinde onlar için başka bir yaşam başlıyor. Bu, kişilerin yenilenmiş ve gelişmiş biçimde sonraki güne başlamalarına neden oluyor. Ben uzun zaman kendi dünyama vakit harcarken bencillik yapıyorum sanıyordum, oysa bencilik yapıyormuşum. Artık bu konuda kendimi sorgulamayı bırakıp, kişisel zamanlarımın daha verimli olmasına odaklanıyorum.

Dördüncü maddede ise bedenimle barış antlaşması imzalamak oldu. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle dünyanın her yerinde artan görsellik kaygısı, Türkiye gibi ülkelerde biraz daha yoğun hissedilebiliyor. Ben de çoğunlukla kadınlarla çalışan bir meslek grubundan olmam nedeniyle bu süreçten biraz daha yorgun çıktım diyebilirim. Buraya geldiğimden beri fark ettim ki, bana Türkiye’de en sık sorulanlardan “Bu göbek nasıl gidecek?” sorusunun yerine, “Daha kaliteli yaşamak için nasıl beslenmeliyim?” veya “Belli bir hastalığı engellemek, hızını azaltmak için hangi besin takviyelerini almalıyım?” gibi sorular soruluyor. Böylece kilo odaklı yemenin ve hareket etmenin yerini zamanla daha sağlıklı bir beden önceliği aldı ve hızla ideal kiloma düşmeye başladım. Üstelik bunu çocukluğumda okul çıkışında bindiğim bisiklete, iş çıkışlarında keyfi olarak binerek yapmayı başardım. Doğada daha fazla vakit geçirmeye özen gösterdim. Spor salonu yerine ormanda yürüdüm, havuza yerine gölde yüzdüm, renkli plastik şişelerde sunulan sporcu içecekleri yerine termosuma suyumu, bitki çayımı koydum ve açık havada egzersiz yapmaya devam ettim.  Sonunda tekrar bedenimle bağ kurmaya başladım ve bu bütünsellik bana genel bir iyilik hali getirdi.

Daha birçok madde eklenebilir, bu yazı uzar gider. Çünkü yer değiştirmek, insanın algısında radikal gelişmeler yaratabiliyor. Hani son dönemin en popüler konularından biri olarak zaman zaman birbirimize sorduğumuz  “Acaba paralel evrende şimdi nasıl biriyiz?” ‘ sorusu var,  işte göç etmek bence aynı evrende bu soruya belki de en yakın cevabı bulabileceğimiz fırsatları sağlıyor.

Kısaca, ülke değiştirmek,  kendime göç ederek kendimi tanıma heyecanı ve mutluğunu yaşadığım bir deneyime dönüştü diyebilirim. Son nefesimize kadar devam edecek bu keşfetme heyecanının yol haritasının herkes için başka olduğunu biliyorum. Bu yolculuk için bir yol haritası belirlemenin önemini hatırlatmak isterim.

 

 

BUKET ADANÇ