KAYIP KEDİ VAKASI

Simsiyah kıyafetler içinde, başörtüsünü çenesinin altından sıkıca bağlamış, ellerinde bir tomar kağıtla gazetenin giriş kapısındaki sandalyede oturuyordu. Yüzündeki kırışıklıklar ifadesini iyice kaygılı hale getirmişti. Neredeyse bir saattir hiç kıpırdamamıştı. Üzerimdeki karları silkeleyerek sigara molasından dönerken durdum, sonra yanına gidip derdinin ne olduğunu sordum.

“Deniz Bey oğlum burada mı?”

Deniz ofiste getir götür işlerinde çalışan yeni elemanlardan biriydi, geleli bir ay bile olmamıştı. 

“Sabah patronun bir işi için dışarı çıktı, ben yardımcı olayım.” 

Yüzüme dik dik baktı. Sağı solu iyice kolaçan etti. Kolundaki çantasını kucağında iyice büzüştürürken bana doğru eğildi. 

“Bir konu vardı. Benim evdeki kediyle ilgili. Deniz Bey oğlum biliyor. Ona gelince hatırlatın olur mu?” 

Oturduğu yerde biraz daha küçüldü, kocaman kabanının içinde neredeyse kaybolacaktı. Hava o kadar da soğuk değildi halbuki. 

“Kediniz mi kayboldu hanımefendi? İlan astınız mı sokaklara?” 

Hiç cevap vermeden yüzüme baktı. Gözleri uzaklara dalıp gitti sonra. Deniz öğleden sonra döndüğünde aklımdan çoktan uçup gitmişti, ertesi gün kendisini tekrar görene kadar.

Yine aynı siyah kıyafetler, asık ve ağlamaklı çehresiyle girişte oturuyordu. Deniz gidip halini hatırını sordu hemen. Ben de merakla yanlarına vardım. Kadının elindeki kâğıtlar gerçekten de kaybolan kedisinin ilanlarıydı. Bembeyaz tüyleri ve yemyeşil gözleriyle gördüğüm en sevimli kedilerden biriydi. Kediyi görenlerin veya bulanların ulaşması gereken telefon numarası olarak ise benim telefon numaram verilmişti! 

Hemen Deniz’i bir köşeye çektim. 

“Oğlum, niye benim numaramı yazıyorsunuz buraya? Bu kadıncağızın kimi kimsesi yok mu başka?” 

Yokmuş.

“Selda Abla, bu kadıncağız birazcık hasta. Bizim alt komşumuz. Evde bir kedisi var bunun. Birkaç gündür gelip gidip bu kedi benim Rıfkı’m değil diyor. Halbuki onun kedisi yani, yıllardır bakıyor. Bak fotoğraftaki tasmayı görüyor musun? Bizim mahallenin terzisine hususi diktirdi bunu. Başka bir kedide yoktur yani. Ama bu kadın bir türlü ikna olmuyor. Değiştirmişler bunu, onun aynısından getirmişler, benim Rıfkı’mı alıp götürmüşler diye ağlıyor her akşam. Kim değiştirecek Neriman Teyze senin kedini, niye öyle bir şey yapsınlar diye soruyoruz, bir şeyler sayıklayıp duruyor. Geçen hafta bir cenaze oldu bizim mahallede. Bir tane kadıncağız vardı karşı komşumuz, çok hastaydı rahmetli, hiç hareket edemiyordu. Bir kaza olmuş ayrıntıları aklımda çok yok. Bakıcısı da kendisi de birden öldü gitti. Allah rahmet eylesin. Ondan sonra başladı bu tuhaf haller. O kadın aldı götürdü Rıfkı’yı diyor. Dün gece bir feryat figan koptu. Gitmiş rahmetlinin kapısına dayanmış, kızı da orada oturuyor. Tutmuş kadının yüzüne kediyi fırlatmış. Al bunu istemiyorum, annene söyle bana Rıfkı’mı getirsin diye bağırmış. Kadıncağız zaten perişan. Annesinin acısını yaşıyor. Tansiyonu düşmüş kediyi üzerinden atamayınca, hastaneye zor yetiştirdiler.”

Ertesi gün bir röportaj nedeniyle gazeteye bayağı geç saatlerde varabildim. Patron beni hemen odasına çağırdı. Bir de baktım ki karşısında Neriman Teyze var. Sandalyenin ucuna ilişmiş, sürekli etrafı inceleyip duruyor. Beni görünce biraz sakinleşir gibi oldu, hatta biraz mahcup bir ifadeye büründü. Patronun sesi de her zamankinden yumuşaktı.

“Bu hanımefendinin evinin nerede olduğunu biliyor musun? Deniz’i bugün karşı yakaya gönderdim bir iş için, hala gelemedi.” 

Arabayla Neriman Teyzeyi evine bıraktım. 

“Bir kedi deyip geçme kızım. O benim can yoldaşımdı. Oğlum senin yaşlarındaydı, bir trafik kazasında öldüğünde. Hayal meyal hatırlıyorum o günleri. Sürekli ilaç veriyorlardı bana, almadığım zamanlar çığlık çığlığa ağlıyordum. Duramıyordum yerimde. Bir gün kafam iyice bozuldu. Attım kendimi evden dışarıya, deniz kenarına vardım. Kafama koymuştum, atlayacaktım. Yaşayamıyordum, dayanamıyordum artık. İşte orada duydum ilk kez sesini. Bir bankın altında tek başına duruyordu. Bembeyaz, küçücük bir melek gibiydi. Sanki Rabbim gökten indirdi onu bana. Ben bugün hayattaysam onun sayesinde.” 

Arabadan inip evinin yolunu tutmadan önce elindeki afişlere bakıp derin derin iç geçirdi.

Bir hafta sonra, uyku sersemi gazeteden içeri girerken Rıfkı’nın bembeyaz pamuk yüzüyle burun buruna geldim. İlanın gazetenin kapısına bile asılmış olduğunu fark etmek derin derin içimi çekmeme neden oldu. Deniz, kaygısız bir şekilde poğaçasını yiyip çayını yudumluyordu, masasına yöneldim, kapıdaki ilanı sordum.

“Gazetede basamayız dedim ama dinletemedim. Bari kapının önünde görsün de konuyu ciddiye alıyoruz sansın diye düşündüm.” 

Patron da geldi. İçeriye girerken ilanı görmüş, bir sorun olmadığını söyledi. Yaşlı ve yalnız bir kadıncağıza bir yardım eli uzatmanın ne sakıncası olacaktı?

Olaylar başladığından beri hiç çalmayan telefonum kapıya ilan asıldıktan sonra susmaz oldu. Deniz’i kızgınlıkla yanıma çektim ve bütün telefonlara bakmasını tembih ettim. Birisinin kedisi balkondan aşağıya atlamıştı, o günden beri gören olmamıştı. Bir başkası kedisini sokağa attığından bin pişman, onu tekrar bulmamız için yalvarıyordu. Küçük bir kız çocuğu Rıfkı’yı her akşam oyun parkına götürdüğünü ve beraber salıncakta sallandıklarını söyleyince Deniz telaşa kapıldı. 

“Fatma, sen Rıfkı’yı alıp niye parka götürüyorsun? Ya hayvana bir şey olursa sokakta? Annen baban nerede senin, bir versene onları telefona.” 

Anladığım kadarıyla Deniz’in mahalleliye her gün balkondan etrafı izleyen kedinin neden kayıp ilanlarına konu olduğunu anlatması biraz daha uzun sürmüştü. Sokaktaki ilanları kadının her zamanki tuhaflığına yormuşlardı, ancak gazetenin de aynı ilanı astığını görmek hepsini afallatmıştı. En sonunda bir gün mahalledeki cazgır kadınlardan biri Rıfkı kaybolduysa balkonda her gün gördüğümüz cin mi şeytan mı yoksa diye milleti öyle bir galeyana getirmişti ki Deniz sonraki gün izin alıp kediyi mahallede ev ev gezdirerek insanların evi barkı satıp taşınmalarına engel olmaya çalışmıştı.

Ben o sıralar en çok Rıfkı’yı düşünüyordum. Kaybedilen bir evladın yerine konulmuşken ve yıllardır aynı evin içinde aynı kadınla yaşarken birden dışlanan ve yabancı addedilen bir varlık haline gelmişti. Neriman Teyze acaba sokağa atıyordu da bir yolunu bulup gizli gizli eve mi giriyordu? 

“Yok, sokağa atmıyor, ne yapsın o da bir can diyor. Ama sevmiyor artık, istemiyor yanında. Geçen akşam eve döndüğümde yine ağlıyordu kapının önünde. Rıfkı’mın yemeklerini yiyor hep diyordu. Hep onun sevdiği oyuncaklarla oynuyor, neredeyse Rıfkı’mın döndüğüne inanacağım diyordu. Kim ne istedi benim oğlumdan, kime ne zararı oldu onun diye dövünüyordu. Kaçıranlar inşallah iyi bakıyorlardır, sıhhati yerindedir diye dualar ediyordu.” 

İki hafta sonra Neriman Teyze sabah erkenden yine gazeteye uğradı. O vakte kadar ara sıra gelip karşı komşusundan şikâyet etmiş olsa da bu işin arkasında daha büyük ve gizli güç odaklarının veya satanist çetelerin olduğunu düşünmeye başladığından, ilgisi başka yöne kaymıştı. İçeriye girmedi bu sefer. Kapının üstündeki ilanı usulca yerinden söktü, sonra da yırtıp attı. 

“Kedini buldun mu sonunda Neriman Teyze?” 

Başını iki yana salladı. 

“Bu fotoğraftaki benim Rıfkı’m değil, onu bu ilandan bile çaldılar artık.”

Neriman Teyzeyi o günden sonra bir daha hiç görmedim.

 

 

AYÇA ÖZÇELİK