Başparmağı çorabın dışına taşmış, alçalıyor ve morarıyor. Sol paçasında biri diğerinin iki katı olan, üst üste iki çamur lekesi. Beyaz atleti tişörtünün altından taşmış. Kotun içinde uzadıkça uzamış, akıp birbirlerine yapışmış bacakları ilk kez yerden kesilmenin ürküntüsüyle gergin. Tuttuğunu hiç koparamamış elleri son bir hamleye yeltenip de vazgeçmiş, son bir iç emirle üst üste getirilmeye çalışılmış. Tırnaklarında kan lekeleri. Belki de ölüme eylediği son bir kelimeyi dilinden kazımaya niyetlenmiş. Dili sarkmış, boynu bir yana düşmüş. Kapalı gözlerinde uykuya kaçanların çekimser huzuru. İpin etrafı mosmor kesilmiş. Kalorifer borusundan düştü düşecek bir güz yaprağı gibi umarsızca sallanıyor Faruk.
Abi, dedi.
Korkuyorum. Uzaklarda bir gemi homurdansa, bir şiirin son mısraı okunsa, yağmur kesilse, gün batsa, biri sussa aniden. Uyumadan önce son bir dua etmek gelse aklıma. Rayları dağınık bir trenim abi ben. Tam bir yön tutturup gidecekken tepetaklak. Kalk desen, kalkamam, tut elimden desen, tutamam. Gitar çalmaktan başkasına gücüm yok. Kime ne söz versem onun tam tersini yapıyorum. Boğuluyorum abi, kapılar kapandığında, açılan saçlarıma aynadan baktığımda. Babama baktığımda.
Şimdi seleyi bırakıyorum, Faruk, direksiyonu sabit tut, yeter. Sakın korkma, düşecek olursan ben seni yakalarım. Pedalı çevirmeyi unutma. Oluyor devam, aferin. İşte bu.
Sürebiliyorum abi, senin gibi, dedi.
Gitar duvara her çarptığında etrafa bir parçasını bırakıyordu. Babam ne annemi ne beni dinledi. Faruk çöktüğü yerde kafasını dizlerinin arasına almış ağlarken. Bir plan dâhilinde ağladığını kimse bilmiyordu henüz. Bir veda mektubuna dönüşmekte olduğunu. Yorulan babam, telleri elinde kalan gitarın sapını Faruk’a fırlattı sonunda.
Şimdi onunla istediğin şarkıyı çal, dedi.