DELİRİUM TREMENS

Ali:

-Günaydın.

Ben:

-Sana da günaydın abi. Ben biraz erken başlıyorum izninle, malum yengeyle çocuk memleketinize gittiler. 

Ben:

-Abi?

Ben:

-Cevap vermeyeceksin. Peki, öyle olsun. Ne var yani ikimiz de tatildeyiz iki kadeh bir şeyler içmeyecek miyiz? 

Ben:

-Erken diyeceksin. Sen içme ulan çay demliyorum sana. Çayınız neredeydi? Konuşma, peki. Bulurum ben, yenge düzenli tertipli kadın. Hah, kesin şu raftadır. 

Oldukça kitsch şekilde tasarlanmış bir mutfakları var. Her şey sadece orada olması gerektiği için orada, hepsi bu. Halbuki bundan bir önce yaşadıkları ev böyle değildi. Ne oldu ne değişti de böyle zevksizce düzdüler bu kez, hayret. 

Sol omzumun üzerinde duran raftan çayı alıyorum. Şeffaf renkli çay poşetinin içinden üç yemek kaşığı çayı alıp tezgahın üzerinde duran bembeyaz renkli yassı çaydanlığa koyuyorum. Yenge de iyi ki bi memlekete gitti, berbat kokutmuşuz çaydanlığı. Kendime de buzdolabından bir bira çıkarıyorum. Evli barklı adam, ofis tipi buzdolabı neden koymuşlar ki? Öğrencilik yıllarımızı anımsattığı için mi acaba? Parasızlıktan olmasa bari? Gerçi, öyle olsa söylerdi herhalde bir çaresini bulurduk. Buzdolapsız bırakacak değiliz ya arkadaşımızı. 

Biramın ilk yudumu gırtlağımdan geçerken yaşama olan sevgim içimde yeniden filizleniyor. Dostum yanımda, can kardeşim; mutlu ol işte yetsin sana değil mi? Ne diye şu sıvıya bu düşkünlük? Merak etmiyorum, endişe hâlinde değilim. Birkaç dakikaya bu bira bitecek ve ağır alkollere geçeceğim. Şurada bir yerde yarım şişe viskimiz olacak. Valizimi nereye koydum bilmiyorum ama valizimde muhakkak ki zulam da vardır. Zulamın yanımda olduğunu düşününce içimi birdenbire sonsuz bir güven kaplıyor. Kendimi, şekerin dokunuşuyla yaşam bulan minik hayatların, içimi neşeyle dolduran eserlerine huzurla bırakabilirim. Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Bu pezevenk niye böyle giyinmiş yahu? Sorayım: 

-Ali, neden böyle kefenlenir gibi giyindin tövbe estağfurullah? Seni bu kadar beyazın içinde en son damatlığında görmüştüm. Tavır koyuyorsun di mi içiyorum diye? Pezevenk seni. Ne var yani bi bira açtıysam uyanınca? Ruslar akşamdan kalmalıkları geçsin diye sabah votka içiyorlar. Hatırlar mısın üniversite yıllarında beraber dönüşümlü okumuştuk Mephisto*’dan çalıp? Sonra da kütüphaneye bağışlamıştık. Ölüler Evinden Anılar’da ne diyordu Dostoyevski? Hani, mahpushaneye votka sokmak için bir aracı bulurlarmış da aracı da en kalitesiz, en ucuz, içine en çok su katılmış hileli votkadan satın alırmış. Sonrasında gardiyana teslim etmeden önce bunun içinden de kendi payını alıp içine aldığı pay kadar su koyup gardiyana öyle verirmiş. Gardiyan da mahkûma teslim etmeden önce onun içinden kendi payını alıp gerisine su koyarmış. En bol payı alanlar gardiyanlarmış, öyle hatırlıyorum. Yine de mahpus kişi uzun sürmüş ayıklığının etkisiyle iyice kafayı bulurmuş. Gardiyanların vicdansızlığını nasıl yazmıştı Dostoyevski? ‘Sabah olunca baş ağrıları geçsin diye onlara bir bardak votkayı çok görürlerdi!’. Ne yani şimdi gardiyan mı kesildin başıma? O kadar mı vicdansız olacaksın? Yapma Ali gözünü seveyim bırak içeyim şu biramı. 

Ali öylesine suskun ki odada duyulabilen tek ses buzdolabının motor sesi. Biramdan bir yudum daha alıyorum ve Ali’nin bu seferki suskunluğunu da umursamıyorum. 

Mutfak oldukça temiz ve kesinlikle kendine özgü bir kokusu var. Evvelce çokça kez ziyaret ettiğim yerleri anımsatıyor bana. Daha önce böyle mutfaklarda bulundum, eminim. Ancak burası da benim evim sayılır. Yine de kendimi misafirlikte hissediyorum ve bunun Ali’nin suskunluğundan olmadığına eminim. Sakarlığıyla nam salmış olan can dostum bir şeyler kırıp döktüğünde vücudu kanlar içindeyken bile “Bunu buraya kim koydu amına koyayım?” diye konuşup dururdu. Şimdi ne oldu da sadece bana gözlerini dikmekle yetiniyor? 

İçki içmemden rahatsız olsa gerek. Dostumdur, hakkı var. Alkol gerçekten de yeryüzündeki en büyük tefeci. Sabah olduğunda borcunun bedelini bilmem kaç katıyla ödettiriyor: baş ağrıları, vicdan azapları ve hayatın acı gerçekleri. Baş ağrısı geri kalanların yanında hiçbir şey! Verdiği huzuru onun kadar büyük bir iştahla ve hırçınlıkla geri alan hiçbir borç simsarı yeryüzüne intikal etmemiştir. 

Anılarımız geliyor aklıma… Bir ev arkadaşımız daha vardı, ilk ve tek öpüştüğüm adam. Bir ilişki yaşadık da ayrıldık gibi bir durum da olmadı, öpüşmemizin ardından yıllarca öpüşmeyerek dostluğumuz sürdü. Halbuki bugün onunla daha yakın olmamız gerekirdi, değil mi? Oysa elini bile tokalaşmak dışında tutmadığım bu suskun adam en yakın dostum oldu.

Ali, hani o diğer ev arkadaşımız kendini çirkin ve yetersiz biri görürdü de onu öyle olmadığına ikna etmek için ne dil dökerdin… En sonunda kızmıştın, “Tamam ulan çirkinsin amına koyduğumun Dördüncü Baldwin’i!” demiştin bir keresinde de, o da sana “Baldwin en azından kraldı!” demişti; derin bir yuh çekmiştik. İnsan kendini hâkir görmek istemeyegörsün, bunun ne çok yollarını buluyor. Ah kardeşim, bu suskunluğun niye şimdi? Neden tek kelime dahi etmiyorsun kardeşim neden? Çayın demlenmiştir bir bardak çay koy kendine de gel sohbet edelim. Hadi benim can kardeşim, hadi benim güzel dostum! 

Bu gibi düşünceler ve söylemler yer yer bilincimde ve dilimde yer edinse de biramı içerken her yudumumda bir teselli buluyorum. Ama bira, sadece bir başlangıç; asıl huzur, o ağır alkollerin içinde saklı. Viskiyi düşündükçe, onun yakıcı tadını dilimde hissediyorum. Belki de şu an tek istediğim o yanma hissiyle gerçeklikten uzaklaşmak. İşte o zaman neler olduğunu umursamayacağım. Sokağa çıkıp yürüyeceğim, esnafla hiç istemedikleri halde sohbet edeceğim. Kim bilir kaç eski sevgilime yazacağım. Kim bilir kaçı görüldü’de bırakacak ve kaçı sırf geçmişin hatrına şu hâlime katlanacak! Hiç değilse aralarındaki evlenmemiş olanlara yazacak kadar aklım yerinde kalıyor; buna da şükür. Herkes benim gibi ömrünü şişelerle çarçur etmiyor ya, çoğu evlendi yuvasını kurdu. Her kendime acıma bir büyük yudum. Her kendime öfke bir büyük yudum. Her beklentilerin altında ezilmek bir başka büyük yudum…… bu yudumların sonrasında bir şeyler yiyeceğim ve tekrar viskimi, votkamı; Allah ne verdiyse artık içeceğim. Ve nihayet kanepemde, bir bankta, ormanda, parkta; bir ihtimal kendi yatağımda sızacağım. Ertesi gün, utanmamak adına tüm mesajları sileceğim. Ve yine bir bira açacağım. Evet, Ali de biliyor bu döngünün bir nihayeti olmadığını. Bana gözlerini dikip böyle bakmakta hiç olmadığı kadar haklı. Hiç olmadığı kadar, çünkü dün bugünden daha az haklıydı. Yarınsa bugünden daha haklı olacak. Ben bu döngüyü kırmadıkça bu böylece sürüp gidecek. 

 

-Nasıl durumu, iyi olacak mı? 

 

***

Bu ses… Bu kadın sesi… Ne yengemin sesi ne de yeğenimin sesi. Asla karıştırmayacağım bir ses. Şu hâlimde bile. Sesin sahibinin bedenini hiç öylesine dik görmemiştim, başına gelebilecek her şeye hazır. Yüzünü, burnunun ucu ve gözleri âdeta yere paralel olacak şekilde hizalamış ve muhatabının gözlerinin içine bakıyor. Gözlerim, bir zamanlarki yuvamın zemini olan pelvisine gidiyor. Hayatımın başladığı yere -bu sefer gerçek olan- bir neşeyle bakıyorum. Muhatabı ona cevap veriyor: 

 

-Merak etmeyin hayati tehlikeyi atlattı. Buradan kaçmadığı sürece DT*’den kaybetmeyiz hastayı. 

-Çok şükür doktor bey. Bu sayıklamaları peki? 

 

Gerçekten de ölümüme dahi hazır olan o cesur edâsıyla ve endâmıyla bakıyormuş hekime. Onun sesini duyduğum an dünyanın gerçeğine geri döndüm. Dedem de teyzem de yıllar evvel göçtüler. İkisi de ayrı ayrı sekeratlarındayken bana dönüp gülümseyerek “Hadi, gel onlarla vedalaşalım!” deyişini asla unutamam. Metanetim ve itidalim varsa ondan almışımdır, yoksa kendi hatamdır; bunu böylece bellemeli. 

 

Hekim:

-Merak etmeyin bilişsel becerileri zaman içinde yerine gelir. Dezoryantosyon çok normal, DT’nin bir parçası. Şu an nerede olduğunu bilmiyor ve korkmuş bir halde, dolayısıyla beyni tanıdık bir yerde olduğu sanrısını yaşatıyor. 24 saat civarı yoksun kaldığında elimize ulaşmış, cebindeki notta yazıyordu. Herhalde kendisi taksiye binip hastaneye giderek yatış alacaktı ki taksi durağının orada yığılıvermiş, duraktakiler de 112’yi aramışlar. Ali çok sevdiği biri olsa gerek, beni o sanıp durdu? 

-Evet çok yakın arkadaşlar. Yolda zaten yavrum, duyduğu gibi işten izin aldı ilk uçakla geliyor canım benim. 

-Çok güzel, sevenlerinin yanında olması özellikle bu gibi hastalıklarda iyileşme sürecini oldukça hızlandırır. 

 

Sol omzumun üstündeki şeffaf serum şişesine bakıyorum… Ofis boy buzdolabı… Hastane kokusu… Daha da delirmemek için düşünmek eylemini sonlandırıyorum. Uzun boyu ve güzelliğiyle tüm şefkatini ve -tefesi olmayan- verdiği güveni bir anda iliklerime kadar hissettiren kadınla konuşmaya çok utanıyorum, bunu delice istesem de. Hekime dönerek: 

 

-Be… be…

-Acele etmeyin. Yavaş yavaş konuşun tane tane. 

-Hı!

Hıçkırır gibi kesik bir “hı” sesi çıkıveriyor ağzımdan. Zarafeti, tüm odanın zevksizliğini harikulade güzellikle değiştiren o kadın, yüzüme bakıp gülümsüyor; bense gözlerimi kaçırıyorum. Ona bu acıyı yaşattığım için onulmaz bir utanç ve ıstırap duyuyorum. Yavaş yavaş bilincimin yerine geldiğini -sırf onun o yüce vasfına sahip insanlarda bulunan- bir hisle anlıyor ve hemen yanıma gelip kıvırcık saçlarımı parmaklarına doluyor. Ben çocukken hastalandığımda da böyle yapardı. 

 

-Be… Ben….. 

Bir anlığına susup güç topluyorum. “24 saatlik yoksunluğunda” ... Yani sadece bir güncük içki içmemişim ve durum bu. 

-Ben….. İçki içmediğim için mi bu haldeyim şimdi? 

Ve hekim, döngüyü kırdıracak ve geri kalan yıllarımı ayık geçirmemi sağlayacak o cümleyi sarf eder: 

-Hayır beyefendi. İçki içtiğiniz için bu haldesiniz! 

 

*Mephisto: İstanbul’un İstiklal Caddesi’nde ünlü bir kitabevi. 

 

*Delirium tremens (DT), genellikle alkol yoksunluğu sırasında ortaya çıkan, ciddi ve potansiyel olarak hayatı tehdit eden bir nörolojik durumdur. Bu durum, uzun süreli ve yoğun alkol tüketiminin ani bir şekilde kesilmesi veya azaltılması sonucunda meydana gelir. DT, genellikle alkol yoksunluğunun şiddetli bir formudur ve vücudun alkol bağımlılığından kaynaklanan fizyolojik dengesizliklere verdiği tepki olarak ortaya çıkar. 

 

 

YAZAR HAKKINDA  

FARABİ ORHAN

9 Nisan 1993, İzmir doğumlu. Göztepe'de yaşıyor. Oyunculuk ve çevirmenlik meslekleriyle meşgul.

 

Instagram: @farabi.orhan