DİLVİN GERÇEK İLE LEYLA GEÇİDİ ÜZERİNE SÖYLEŞTİK

Sudenaz Kahraman sordu.

"İçinden geçtiğimiz bu çok zor zamanlarda bizim her zamankinden daha fazla mutlu sonlara, başarı hikâyelerine ve birbirimize güç verecek anlatılara ihtiyacımız var."

26 Temmuz 2025

    "Bazı hayatlar birbirini parlatmak için varlıklarını farklı yollarda feda ederler. Ta ki kavuşana dek..." 

    Bir masanın etrafında toplanmış, birbirinden habersiz, yabancı, bir o kadar da tanıdık beş kadın... Her biri kendi hikâyesini taşırken, geçmişin yükleriyle bugünün sessizlikleri arasında ortak bir zemin bulmaya çalışıyorlar. Leyla Geçidi, Dilvin Gerçek’in kaleminden çıkan ve geçmişle yüzleşme teması etrafında kurulan bir roman.

    Karakterler birbirlerinin hayatları hakkında fikir yürütüyor, yorum yapıyor. Ancak “herkesin bir öncekinden izler taşıdığı” bu romanda, “kim kimin içinde var oluyor?” sorusu giderek belirginleşiyor. 

    Deva bulmak için, kırıklarından yeniden yeşermeye çalışan İstanbul'un kadınları... Kendiyle yüzleşip yeniden kavuşan beş kadının "tek hikâyesine" ortalık etmek isteyenler için yazmış Dilvin Gerçek.

    "Oysa hiçbir mutsuzluk ve dahi mutluluk sonsuz değildi."

    Peki ya her sevinç, hüzün, hayal, gerçek… Kısacası, her hayat parçası Leyla Geçidi’nden geçmek zorunda mı?

 

Romanın başında duvardaki geyikli saat dikkati çekiyor. Neden geyik, özel bir anlamı var mıydı? Küçük gibi görünen ama yer eden detaylardan biri gibi geldi bana.

    Türk mitolojisinde geyik, ruhsal yolculukların rehberi olarak kabul edilir. Leyla da burada hesaplaşma amacı ile derin bir ruhsal yolculuğa çıkıyor. Aynı zamanda saatin babadan yadigâr olmasının da olay örgüsü içerisinde farklı bir yeri var.

 

Beş kadın, beş ayrı hikâye. Bu karakterlerin yaşadığı hayal kırıklıkları, özlemler, sessizlikler... Leyla’nın iç dünyasında yankı buluyor gibi. Bunları Leyla'nın bir parçası gibi düşünebilir miyiz?

    Leyla, diğer tüm kadınları, sizin de bahsettiğiniz o kırıklıklarını onarmak üzere topluyor etrafında. Onları iyi edemeden kendisini tamamlayamayacağı için. Parçası diyebiliriz elbette, hatta Leyla’nın ta kendisi…

 

Bu kitabı yazarken içinizde çalan bir şarkı var mıydı? Ya da şimdi düşününce, "Bu romanın ruhu tam da bu şarkı" diyebileceğiniz bir parça var mı?

    Cevabını bilir gibi sorulan sorulardan biri olmuş bu. Tam da öyle bir şarkı var. “Karşımda, hayalin masamda… O sesler yok aslında…” sözleri ile “Durum Leyla” benim için tam da bahsettiğiniz yerde. Yıllar önce çıkmış olmasına rağmen, Leyla Geçidi yayımlandıktan sonra okunmuş ve bire bir onun için yazılıp söylenmiş bir şarkı kadar iç içe hikâye ile. 

 

"Belki de büyük hayaller kuramadığımız için istediğimiz gerçeklere ulaşamıyoruz." diyorsunuz. Sizce gerçeklere ulaşmak için gerçekten büyük hayaller mi kurmak gerekir? Herkesin buna gücü yeter mi?

    Hayalperest olmak değil ama belli bir akıl çerçevesinde, hayat amaçlarımız doğrultusunda büyük hayaller kurarak peşinden gitmek tepe noktaya değilse bile bizi mutlaka yukarılara çıkarır yolun sonunda. Tabii ki herkesin gücü buna yetmez. Zaten herkes istediği gerçeklere ulaşabiliyor mu ki?

 

Masanın etrafındaki her kadın, o gün oradan kendilerinin seçtiği, ömür boyu hatıra kalacak bir hediye ve söylemle oradan ayrılacaktı. Sizce romanın en önemli hediyesi ya da en unutulmaz söylemi hangisiydi?

    O hediyeler zaman ilerledikçe aslında dönüp dolaşıp yine Leyla’nın olacaklar. Masadaki her bir kadın ile meselesini çözdükçe; onları uğurlarken, evinden verdiği eşyalar, Leyla’nın yüreğindeki hafiflemeyi temsil ediyor. 

 

Leyla’nın İstanbul’a “İstanbul Hanım” diyerek hitap edip içini dökmesi dikkat çekici. Siz bir yazar olarak İstanbul’la nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? 

    Leyla, anlaşılmadığını düşünerek, kendinden başka kimselere içini açmıyor ve güvenmiyor da. Bu yüzden, içini ancak sonsuzluk değeri atfettiği şehrine dökmeyi tercih ediyor. İstanbul’un her hâlini, kendisine bir akıl, bir cevap olarak yorumluyor.

    Bana gelince; İstanbulsuzluğu bilen biri olarak, gözümde bir şehirden çok daha fazlası can buluyor. Burada doğmanın, büyümenin, yaşamanın her şeye rağmen büyük bir hayat ödülü olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple de herkesin büyülendiği, kimilerinin yaklaşamadığı, yaşayanın yer yer çok zorlandığı fakat sahip olmanın büyük ayrıcalığını da her zaman hissettiği, uzaklaşsa da kopamadığı, son derece cazip bir kadına benzetiyorum.

 

Son sahnede Leyla’nın Minik Serçe’yle göz göze gelmesi çok etkileyici. O anın altını çizmek istemiş gibisiniz. Minik Serçe orada neyi temsil ediyor? Ya da sizin için neyi çağrıştırıyor?

    O anın altını özellikle çizdim, evet. Leyla, küçük bir kız çocuğuyken kendisine idol aldığı, aynı hayalin peşinden koştuğu uzun maratonda, karşısına engeller çıksa da, konuyu zaman zaman rafa kaldırmak zorunda kalabiliyor. Ancak karşısına çıkan mesajları doğru okuyarak, fırsatları değerlendirerek özünde yolundan sapmadığı, vazgeçmediği sürece, hayat bir gün bir yerde muhakkak ödülünü veriyor. Burada kilit nokta, vazgeçmemek ve bu uğurda yılmadan çaba gösterebilmek… 

 

Bir insan ne zaman kendisiyle yüzleşip geçmişiyle barışmaya hazır olur sizce? Leyla o noktaya nasıl geldi? 

    Bunun zamanı herkes için farklıdır. İnsanın kendisiyle ilgili tüm hatalarını, eksiklerini kabulleniş noktasına gelmesi hatırı sayılır bir olgunluk seviyesi istiyor. Leyla da, bahsettiği gibi, uzun zamandır niyetinde olup cesaret edemeyenlerdendi. Fakat, o gece katılacağı o davette gönlünden geçen sonucu alabilmesi için bunu başarmış olarak oraya gitmesi gerekiyordu. Yani hedefi, cesaretini tetikledi. Hayatta ulaşmak istediğimiz her güzel şeyin sancılı bir bedeli var çünkü.

 

Peki, Leyla geçmişiyle barışmaktan vazgeçebilir miydi? Eğer öyle olsaydı ne gibi sorunlar meydana gelebilirdi? 

    O masada gün boyu korktuğu da gelebilirdi başına. O endişeyi baştan sona taşıdı içinde. Misafirlerini; anlaşamadan, o evden mutsuz gönderseydi, amacına ulaşamamış olacaktı. Bu sonuç ile kendisini kör bir kuyunun dibinde de bulabilirdi. Ama içinden geçtiğimiz bu çok zor zamanlarda bizim her zamankinden daha fazla mutlu sonlara, başarı hikâyelerine ve birbirimize güç verecek anlatılara ihtiyacımız var.

 

Her hayat, Leyla Geçidi'nden geçmek zorunda mı sizce?

    Zorunda diyemem ama keşke geçebilse. Günümüzde büyük çoğunluğumuz; barışamadığı için büyütemediği kendisiyle, tarafsız aklıselim bakamadığı, empati yapamadığı için ailesiyle, anne, babasıyla ve karşısına çıkan, affedemediği kötü başroller ile geçmişinde yaşayarak savaşmaktan, önünü göremiyor. Yolunu çizemiyor. Ve ne yazık ki hayat, bu boşluğu hiç affetmiyor.