CENAZE

Köyün etrafındaki kayalıklara çarpıp, gökyüzüne doğru yankılanan bir sesle irkilerek uyandım. “Es salatu ve’s-salemu aleyke…” Saate baktım sekiz. Sabah sabah sela verildiğine göre biri ölmüş belli ki. Dışarı çıkınca annemi ve babamı pürdikkat sela dinlerken buldum. İkisinin de yüzünde korku ve tedirginlik arası bir ifade vardı. Anlaşmış gibi ikisi de en ufak bir ses çıkarmıyor, nefes alıp verdikleri bile belli olmuyordu. Benim ardımdan ağabeyim de geldi. Hep beraber selaya kulak kesildik. Ağabeyim dayanamayıp sordu:

“Kim ölmüş?”

Ben “Bilmiyorum.” diyecekken annem azarlar gibi bir bakış attı. Yüzüyle “Sus!” dedi sanki. Hep beraber selanın sonunu bekliyorduk. Kimseden çıt çıkmıyordu. Selanın yankısına karşılık büyük bir sessizlik hâkimdi etrafta. Sonra bu sessizliği köpek ulumaları bozdu. Bunu daha önce de yapmışlardı. Çocukluk merakı ile büyüklerimize sorduğumuzda “Köpekler bizim duyamadığımız ruhani sesleri de duyarlar.” demişlerdi. O yüzden içim daha da ürpermiş, tüylerim diken diken olmuştu.

“Ali oğlu… Erkan YILMAZ… Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur… Cenazesi… Bugün… Öğle namazına müteakip… Köy mezarlığına defnedilecektir… Sevabına nail olmak isteyen bütün din kardeşlerimize duyurulur.”

Ses kesilince ağa beyimle birbirimize baktık. İkimizin çocukluk arkadaşı Erkan gencecik yaşta ölmüştü.

“Senin haberin var mıydı?” diye sordu ağabeyim.

“Yok.” diyebildim sadece. Boğazımda düğümlenen, genzimi yakan, gözlerimi yaşartan bir “Yok.” olmuştu bu. Annem de bize bakıyordu, gözleri dolmuş yüzündeki korkunun yerini üzüntü almıştı. Babamsa derinden bir “Ah!” çekti.

“Gencecik çocuk daha.” dedi. “Gencecik…”  

“İnşaatta mı çalışıyordu ağabey?” diye sordum.

“Yok, bırakmıştı. Bir elektrikçinin yanında çalışıyordu en son duyduğumda.”

“Kimden öğrenebiliriz ki nasıl olduğunu?”

“Hiçbir fikrim yok. Cenazeye gidince öğreniriz.” dedi ağabeyim.  Kimsenin konuşası yoktu. Hepimizde bir burukluk vardı. Bizim arkadaşımız, babamın, annemin komşu çocukları ölmüştü.

Köyden birkaç kişiyi aradım ama bilen yoktu. Öğleye kadar evin önünde adımlayıp durdum. Eski evimiz geldi aklıma. Erkanlarla karşı karşıyaydı. Aramızdan bir dere geçiyordu. Bir de bizim keçi ağılı vardı. Sonra onların ve bizim harmanlar. Koşup, oynadığımız harmanlar… Annem kahvaltı hazırladı ama canım istemedi. Midem kasılıyor, bulanıyor, içinde ne varsa çıkarmak istiyordu. Adımlamaya devam ettim. Aklım çocukluğumda, Erkan’daydı. Komşunun kirazını yolduğumuz, harmanlarda top peşinde koştuğumuz, okula her sabah beraber gittiğimiz, oturup “Deli Yürek” izlediğimiz günler bir bir geçiyordu gözümün önünden.

Öğleye doğru abdest alıp çıktık ağabeyimle. Yolda ikimiz de konuşmadık. Erkanların eve yaklaşınca ağabeyim bozdu sessizliği:

“İlk defa bir cenaze namazı kılacağım.” dedi.

“Ben de öyle, nasıl kılınıyor biliyor musun?”

“Bilmiyorum, sorarız birine.” diyerek sustu.

Tekrar bir sessizlik… Eve yaklaştıkça ayaklarım geri geri gidiyordu. Yolun kenarındaki çeşmede elimi yüzümü yıkadım. Su hâlâ tertemiz, dupduru akıyordu. Çocukluğumuzdaki gibi. Başımı kaldırıp eski evimize baktım. Meyve ağaçlarının yaprakları öğle sıcağından biraz buruşmuş, dallarda meyveler salınıyordu.

İnsanlar harmanda toplanmış. Oyunlar oynadığımız, gülüp, eğlendiğimiz harmana birazdan Erkan’ın cenazesi gelecekti. Mahlep ağacının gölgesine geçtik. Ağabeyim tekrar konuşmaya başladı:

“Haftaya da Kurban Bayramı var.”

“Evet, bu da kötü oldu.”

“Öyle, yürekleri iki kat yanacak.”

Söze devam edemedim. Uzaklara dalıp gittim. Gözümün gördüğü her şey beni çocukluğuma götürüyordu. Bir ara Erkan’ın kardeşi Selim göründü kapıdan. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş. Beni görmesin istedim, anıları canlanmasın. Hele annesini görmeye hiç dayanamazdım. Sırtımı döndüm eve. Bu sefer bizim eski eve baktım. Küçük bir çocuk oldum o an. Erkan’a seslendim:

“Top oynayalım mı?”

Hayır, ağlamak istemiyordum. Ağabeyim de yapma der gibi sağ yanımdan dürttü. Kendimi toparlayınca tanıdık bir sesin sohbetine kaydı kulağım. Komşulardan biri hararetli bir şekilde yanındakilere yeni aldığı köpekten bahsediyordu. Tam da yeri şu an! İçimden birkaç küfür geçirdim. Sustum.

“Sürünün yanına kuş yaklaştırmıyor kuş.” Sesini daha fazla duymak istemedim. Sağa sola bakındım, sesten ve anılardan uzaklaşmak için. Çocuklar takıldı gözüme. Oyun oynuyorlardı. Keşke çocuk kalsaydık, karışsaydık şimdi onlara. Erkan ölmeseydi bayram öncesi.

“Benden önce ağılın kapısına koşuyor, koyunların etrafında fır dönüyor.”

Biri sustursun şu adamı. Elimi yumruk yaptım, dişlerimi sıktım. “Bir tane vuracaksın ağzına, görecek zırvalamayı.” Ağabeyim sakin ol der gibi kaş göz işareti yaptı.

“Boşver şunu, her zamanki adam işte, ilk defa yapmıyor ya bunu.”

“Öyle de yeri mi be ağabey? İnsanların acısı var. Bunu anlamak zor mu?”

“Haklısın da neylersin, ateş düştüğü yeri yakıyor.” dedi.

Harmanın diğer ucunda ise üç beş kişi ekinleri ne zaman biçtireceklerinden bahsediyordu. Biri de “Tütünleri de kırdık geldik, duruyor evin önünde.” diyordu. Sanki zorla gelmiş gibi konuşmalar devam ediyordu. Benimse içim içimi yiyor “Sırası mı be sırası mı?” diye bağırmak istiyordum.

Cenaze aracı uzaktan göründü. Çeşmenin yanına gelince durdu. Çünkü evin yanına araba yolu yoktu. Yürüyerek çıkabilecek kadar bir yol vardı. Tabutu omuzlayıp harmana çıkardık. Namaz burada kılınacaktı. Oyunlar oynadığımız, kahkahalarımızın, bağırışlarımızın göğe uçtuğu bu harmanda. Ağlama sesleri yükseliyordu evden. Selim’in ve annesinin seslerini tanıdım. Babasının sesi çıkmıyordu. Titriyor ayakta zor duruyordu. Cenaze gelince merak daha da arttı. Herkes birbirine sorup duruyordu. “Nasıl olmuş?” diye. Uzaktan “Deme be, yapma ya…” gibi sözler yükseliyordu. Belli ki öğrenmişler ama biz uzak kaldık. Duyamadık.

“Çok beklemeyelim, kılalım namazı.” dedi imam.

Hemen safları oluşturduk. Tabut önümüzde, yönümüz kıbleye döndük. İmam cenaze namazının kılınışını anlattı. Sonra da namaza geçtik. İlk defa kılacağım için içimde bir tedirginlik vardı. Unutup da rükuya gider miyim acaba diye. Neyse ki korktuğum gibi olmadı. Namaz bitip selam verince ağlamalar, feryatlar arttı. Hemen tabutu omuzladık. Yürümüyor da koşuyor gibi mezarlığa doğru ilerledik. Herkes el attı tabuta. Omuzların üstünde son yolculuğuna uğurladık Erkan’ı.

Mezar kazılmış, tahtalar hazırlanmıştı. Merhum, mezara yüzü kıbleye gelecek şekilde koyuldu. Sonra da tahtalarla üstü kapatıldı. Ardından elden ele dolaşan küreklerle toprağı atıp bitirdik görevimizi. Babasına ve Selim’e baş sağlığı diledik.  Beni görünce Selim’in hıçkırıkları arttı. Boynuna sarıldım. Gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Ağabeyim dokundu yine. Bu dokunuşla kendimi toparladım. Beraber ayrıldık mezarlıktan.

Eve doğru giderken eniştem yaklaştı yanımıza. “Nasıl ölmüş, biliyor musun?” diye sordu ağabeyim. “Elektrik akımına kapılmış.” dedi eniştem. Ağabeyimle konuşmaya devam ettiler. Ben onlardan uzaklaşıp çocukluğuma gitmiştim. Erkan gülümseyerek harmandan bana sesleniyordu:

“Deli Yürek başladı, gelecek misin?”

                                                                         

AYDIN KAYABAŞI

SATIR DERGİSİ

KASIM 2022