“En büyük duygusallığımı memlekette facialar yaşandığında, adalet yerini bulmadığında yaşıyorum. Belki Türkiye’de yaşayabileceğimden daha fazla. Türkiye’de yaşayan arkadaşlarım ve ailem bir nevi kendi psikolojilerini korumak adına haberlere maruz kalmamayı ya da yaşananlar karşısında soğukkanlı olmayı öğrenmiş durumdalar. Boğulmamak, nefes alabilmek, umudu korumak adına hayatta kalma modu bu.”
Ayşe Acar, Kanadalılaştırmadıklarımızdan Mısınız? kitabı ile son yıllarda ülkemizde sayısı gittikçe artan göç edenlerin geçiş aşamasını kendi tecrübeleri üzerinden esprili bir dille okuyucuya aktarıyor.
Kitap sadece bir göç hikayesi değil, aynı zamanda konfor alanından çıkan bekâr bir annenin başka bir ülkede yeniden kök salma çabasını, kültürel körlük ve dönüşüm kavramlarının altını çiziyor.
Ayşe Acar ile kitabı yazma süreci, göç ve göçmenliğin aşamaları üzerine konuştuk.
“Kanadalılaştıramadıklarımızdan Mısınız?” kitabını yazmaya Kanada’ya yerleşmeden önce mi yoksa göç sürecinde yaşadıklarınız sonrasında mı karar verdiniz? Size ilk cümleyi kurduran olay veya duygu neydi?
Kanada’ya göç edişimin ilk dört buçuk ayında, kafamda “Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” başlıklı bir yazı oluşmaya başladı. Kitap değil, sadece bir yazı. Gündemin sakinliğine alışamamam, durmadan park cezası yemem, yolda ayı ile karşılaşmam, çöpü ayrıştırırken bile zorlanmam, komşuluk ilişkilerine şaşırmam, Vancouver’da doğanın güzelliği karşısında büyülenmem ve “Ben, hayatımda doğa görmemişim.” demem... Bunlar kafamda kendiliğinden yazılmaya başlayınca, o dönem Hürriyet Pazar’ın yayın yönetmeni olan, arkadaşım Çınar Oskay’ı aradım ve böyle bir yazıyı yayımlamak isteyip istemeyeceğini sordum. “Yolla.” dedi. Yazının başlığını “40’ından sonra bekar bir anne olarak, iki çocuk ve bir köpekle Kanada’ya nasıl göç edilir?” olarak değiştirip Hürriyet Pazar’da yayımladı. Bu yazı belki de hayatımın en çok okunan yazısı oldu. Yüzlerce e-posta aldım. Tebrik edenler, nasıl göç ettiniz, oralarda eğitim sistemi nasıl, ilk yıl için yanımızda kaç para getirmeliyiz, iş bulmak kolay mı, emlak alırsak vatandaş olur muyuz diye soranlar... Bu mesajlara elimden geldiğince cevap verdim. Sonra başa çıkamadım. En iyisi bir kitap yazayım, herkese toplu bir cevap olsun diye işe giriştim.
Kitabın basımı üzerinden yaklaşık 6 sene geçmiş ve bu, bir göçmenin bakış açısının değişmesi için fazlasıyla uzun bir süre. Kitabı bugün yazıyor olsaydınız ne değişirdi?
Kitabı bugün yazamazdım. O kitap çıkmazdı en azından... Altı senede elbette bakış açım değişti, büyük ölçüde Kanadalılaştım diyebiliriz. Ancak sağlık sisteminin çok yavaş işlemesi, uzun sıralarda beklemek, komşuluk ilişkilerinin zayıf olması gibi bazı şeylere hâlâ alışamıyorum. Kitabın deneyimler henüz tazeyken yani askerliğin acemilik devresinde yazılması gerekirdi, iyi ki de öyle oldu. Devam kitabı yazmamı isteyen okurlar oluyor ama Kanada’ya alışmış olmanın kitap olarak ilginç bir yanının olduğunu düşünmüyorum. Maceralarıma, Kanada ve Türkiye gündemi hakkında yazılarıma T24’deki Göç Öyküleri köşemde devam ediyorum.
Bir bölümde ayı ile karşılaşmanız sonrası komşunun sizi kapının önünde sakinleştirip eve davet etmediği detayı vardı. Bu kısımdan yola çıkarak Kanada ve Türkiye’de sosyal ilişkileri karşılaştırmak adına neler söyleyebilirsiniz?
Kanada çok büyük bir ülke. Her eyalet, her şehir birbirinden farklı kültürel yapıya sahip. Sosyal ilişkiler de bu eksende şekilleniyor. Ben Vancouver deneyimimden bu soruya cevap verebilirim. Vancouver’da Asyalılar, Hintliler ve İranlılar başta olmak üzere çok çeşitli kökenlerden gelen insanlar var ve bu insanlar, genellikle kendi komüniteleri ile sosyalleşiyorlar. Bir kez tanıdığın insan, bir dahaki tanışmada sana selam verme ihtiyacı hissetmeyebiliyor. Vancouverlılar’ın çok sert bir kabuğu var ve içlerine girmek, bir çevre edinmek kolay değil. Komşuluk ilişkileri zayıf, kimse birbirine selam vermiyor, “merhaba” demiyor. Çok kapalı ve kendi halindeler. Birbirimize, “Pirincin var mı?”, “Limonun var mı?” diye sorduğumuz üst kat komşumun Türk olması, hastalandığımda evime çorba getirenlerin yine Türk arkadaşlarım olması elbette tesadüf değil. Sosyal ilişkiler çok geniş bir başlığı kapsıyor ama bu yazdıklarımdan genel bir fikir oluşacağını sanıyorum.
Kitapta Vancouver’a taşındığınızda ikiz çocuklarınız ergenlik çağındaydı ve bambaşka bir eğitim sistemine geldiler diye okuyoruz. Ebeveynlerin çocukları ile yeniden kendilerini büyüttüklerini düşünürsek Kanada eğitim sistemi, bir anne olarak size neler kazandırdı ?
Kanada eğitim sistemi, çocukların ilgi alanları doğrultusunda kariyer yapmasına izin veriyor, onlara kendilerini keşfedebilmeleri için alan açıyor. Ben 2004-2010 yılları arasında Vatan Gazetesi’nde Ayşe’nin İkizleri köşesini yazdım. İşim gereği, çocuk gelişimiyle ilgili birçok konuda bir anne babadan daha fazla ilgili ve bilgili olmak durumunda kaldım. Ben de her zaman çocukların sevdikleri ve ilgi duydukları alanda okumaları gerektiğine inandım. Bu doğrultuda iş hayatlarının eziyete, göreve dönüşmemesini, eğlenerek çalışmalarını ve severek yaptıkları işten para kazanmalarını hayal ettim. Çocuklarım Defne ve Ege, bu yıl üniversite dördüncü sınıfa geçti. Kızım sanat tarihi, oğlum medya tasarım okuyor. Kimse de onlara “Sanat tarihi okuyup ne olacaksın?”, “Medya tasarım okuyup ne olacaksın?” diye sormuyor. Bu doğrultuda Kanada eğitim sistemi çocuklarıma hayallerimle örtüşen bir eğitim fırsatı sundu. Deneyimimi “Beş yıl önce attığım oklar bugüne düştü.” yazımda anlatmıştım. Eğitim sistemi hakkında daha detaylı bilgi isteyenler bu yazıyı okuyabilir.
Kitabın bir bölümünde kolileri açtığınızda karşınıza çıkan Türkçe müzik plakları ve rakı bardakları sonrası yaşadığınız duygusal anları anlatan bir bölüm vardı. Bu duygusallık dozu yıllar içinde değişti mi?
Tabii ki... Alışıyorsunuz. En büyük duygusallığımı memlekette facialar yaşandığında, adalet yerini bulmadığında yaşıyorum. Belki Türkiye’de yaşayabileceğimden daha fazla. Türkiye’de yaşayan arkadaşlarım ve ailem bir nevi kendi psikolojilerini korumak adına haberlere maruz kalmamayı ya da yaşananlar karşısında soğukkanlı olmayı öğrenmiş durumdalar. Boğulmamak, nefes alabilmek, umudu korumak adına hayatta kalma modu bu. Yurt dışında ise insan garip bir suçluluk duygusu altında eziliyor. Özellikle depremden sonra, Vancouver’da sokağa çıktığımda insanların suratının gülmesini yadırgıyordum. İçimden “Bir ülkenin neredeyse beşte biri yıkılmış, 60 bin insan ölmüş, bunlar farkında bile değil, gülüyorlar.” diyordum. Sonra Türk arkadaşlarımla televizyonun karşısına geçip ağlıyorduk. Memleket gündemi haricinde, Türkçe müziğim de, rakım da, Türk yemeklerim de evimin bir parçası. Ailem ve arkadaşlarım haricinde özlem duyduğum pek fazla bir şey yok artık. O özlemi giderebilmek için de yılda iki kez Türkiye’ye gelmeye çalışıyorum. Ailemle yeterli zaman geçirmesem eminim özlem dayanılmaz olurdu.
İki çocuk ve bir köpek ile 40 yaşından sonra göç etmek dışarıdan bir gözle biraz radikal bir karar gibi düşünülebilir. Sizi bu karara itekleyen sebepler nelerdi?
Türkiye’deki genel durum. Her gün yaşadıklarımıza bakarsak bu sorunun cevabı çok belli değil mi? Bundan sekiz sene evvel gidişatı görmüşüm, diyelim. Çocuklarıma başka bir ülkede eğitim ve yaşam fırsatı sunabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum ve şükrediyorum.
Aslında göç sürecinin ilk yılları psikolojik olarak yas süreci gibi değerlendirilebilir. Bu süreci daha az sancılı atlatmak adına, bu yola gireceklere ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Bu konuda T24’e detaylı bir yazı yazmıştım. “Göçmenliğin 5 hali; balayı, endişe, mücadele/kaçış, alışma uyum” diye... Bence her insanın göç etmesi için iyi bir nedeni olması, zorlandığında ise o nedene sarılması lazım. Özellikle ileri yaşta göç edenler için diyorum bunu. Hoş şu anda Kanada göçmen almıyor; dünyanın herhangi bir yerine göç etmeyi planlayanlara sözlerim. Ben dönmemek üzere tüm eşyalarımı toplayıp Vancouver’a göç ettim. Ama mottom her zaman “Memleket kaçmıyor ya, istersem dönerim.” oldu. Bunu bilmek göçün ağırlığını bir nebze hafifletti. İş veya eğitim, hangi nedenle geliyorsanız onu önden ayarlayıp gelmenizi tavsiye ederim, aksi takdirde çok büyük bir macera. Ama eğer imkânınız varsa bir yer kiralayıp, bir sene duruma bakıp gönlünüze göre bir iş bulamazsanız dönebilirsiniz de. Benim bu konuyla ilgili verebileceğim en önemli tavsiye şu: “Göç etmek başarı değildir. Geri dönmek de başarısızlık değildir. Değerli olan cebinize koyacağınız deneyimdir.”
İnsan yaşarken ne yaşadığını anlamakta güçlük çekebiliyor. Siz kitabınızı bugün okuduğunuzda neler hissediyorsunuz?
Çok hoşuma gidiyor arada sırada yazdıklarımı okumak. Bugünkü ben olmamda yaşadıklarımın büyük katkısı var. “Vay be! Helal olsun bana!” diyorum. Rüzgârla birlikte eğilmeyi, bükülmeyi öğrenmişim ama kırılmamışım. Hep diyorum; konfor alanımdan çıkarak, dünyanın öbür ucuna göç etmek, bambaşka bir kültürde ve farklı bir dilde yaşamaya alışmak hayatımın en büyük öğrenme deneyimiydi. Ve tabii ki bu süreci kaleme almak da büyük bir psikoterapiydi; ruhumu sağalttım, iyileştirdim yazarken...
Şimdiye kadar aldığınız en enteresan okuyucu yorumu neydi?
Tek bir yorumdan bahsedemem ama yazılarımı veya kitabımı okuyup da Vancouver’a göç edenleri duyunca çok seviniyorum.