AHMET BÜKE'YE MEKTUP

KIRMIZI BUĞDAY BAHTİYARLIĞI

Zafer Köse yazdı.

13 Haziran 2025

    Sevgili Ahmet Büke, Değerli Usta,

    Bir bahtiyarlığımı dile getirmek için yazıyorum sana mektubu. “Mutluluğumu” demiyorum, “sevincimi” demiyorum, biraz da Nazım’ın soluğu hissedilsin diye “bahtiyarlığımı” diyorum. Nazım, en net biçimde türküler konusunda öyle diyor. Hatırlatayım:

    Sanat niteliği olan her şeyin, türküye benzer bir yönü var gibi gelir bana. Hatta belki de sanatsal değerin en şaşmaz ölçütüdür bu; bir resim, bir film, bir şiir ne kadar türküye benziyorsa…

    Son romanın Kırmızı Buğday, tam bir türkü, evrensel bir türkü! Onun hakkında birçok yazı yazılacaktır, uzun yıllar üzerinde konuşulacaktır. Okurken okuduğunu güzelleştiren nice nice göz, kuşaklar boyunca okuyacaktır. Ben şimdilik, romanın kendisinden değil, okurda bulduğu karşılıktan biraz söz etmek istiyorum.

    Biliyorsun, tüm dünyadaki okuryazarlar olarak postmodern belasına maruz kalmış durumdayız. En çok da bizim memlekette… “Edebiyata siyaset bulaştırmayın!” diye bağırıp duran (liberal-ideolojik) modanın etkisi altındayız. Hayattan ve halktan kopuk bir edebiyat atmosferi içinde soluyoruz. Okurların okuma alışkanlığı kayboluyor, ısrarla “çözümlemeye”, yazarın gözünden bakıp yazma tekniklerini analiz etmeye yönlendiriliyorlar. Sadece “yazar olmak”a hazırlık amacıyla okunurmuş gibi.

    Elbette biliyorum, “hikâye”dir insan türünün ortak anadili. En az düşünmek kadar, en az kolektif üretim kadar, dayanışma, isyan, sevda kadar, diğer hayvanlardan bizi ayıran en önemli bir özelliğimiz de hikâyelere ilgi duymamız, hikâyelerle yaşamamız. Türkü gibi hikâyelerle. Ve biliyorum, “hayat” ile “edebiyat” birbiriyle en ilişkili kavramlardır.

    Öykü yarışmalarına gönderilen, sadece rumuzunu gördüğümüz o isimsiz yazarlardan dolayı biliyorum. Atölyelere katılan, kendi kendine yazılar biriktiren arkadaşlarımızdan biliyorum. En çok da Orhan Kemal’in, Sabahattin Ali’nin, Sevgi Soysal’ın bunca sevilmesinden, çok okunmasından dolayı.

    Ne var ki, ilginç biçimde, “herkes” diye bir özne belirleyici oluyor, edebiyat “piyasası”nda. Ortega Gasset’in sözünü ettiği bir “herkes” bu. Kitle içinde hızla yayılan yozlaşma gibi bir şey. Tek tek insanların, yani okurların çoğunun kişisel değerlendirmesi öyle olmasa da, her birinin içinde kabullenilmiş bir “herkesin beğendiği” olgusu var. Pek değer verilmeyen ama bir türlü engellenemeyen edebiyat modası yaygınlaşıyor.

    Bu nedenle Yaşar Kemallere, Sait Faiklere, Nazımlara bunca değer verilmesi, içtenlikle sevilmeleri, senin Kırmızı Buğday’ının gördüğü karşılık kadar bahtiyar etmiyor beni.  Çünkü onların, insanlığın anadiline ve edebiyatın türkü niteliğine uygun olan yapıtlarını, galiba “önceki dönemim” değeri olarak okuyor insanlar. Evrensel temaları kavrayıp günlük hayatta karşılarına çıkan geçeklikleri o yapıtlar sayesinde anlamlandırsalar da, aynı nitelikte yazılan yeni hikâyeler bir türlü öne çıkamıyor. “Aynı nitelikte” derken, elbette “onlara benzeyen” demek istemiyorum. Zaten onlar da birbirine benzemez. “Gerçekliği kendi döneminin ve koşullarının diliyle yeniden yaratan” nitelikte yapıtların karşılık bulmadığı bir dönemde yaşadığımızı düşünüyorum. Düşünüyordum.

    Senin de romanında işlediğin “toprak” konusuna benziyor bu mesele. Bir toprakta ancak belli döneme ve koşullara uygun değerler yeşerebiliyor. Ayrıkotları falan da hiçbir zaman tamamen temizlenemiyor. Bundan dolayı, acaba bu yıllarda yazmaya başlayan Sabahattin Ali niteliğinde bir yazarın o şekilde ortaya çıkması mümkün olur mu kaygısı, yıllardır kafamı kemiriyor. Kemiriyordu.

    Örneğin, Livaneli gibi bir ustamızın edebiyatta ve diğer sanat dallarında bulduğu müthiş karşılık bile bu konuda içimi yeterince rahatlatmıyordu. Çünkü o, “günümüzün bir sanatçısı” olmaktan çok, klasikleşmiş sanatın ve efsaneleşmiş direnişlerin simgesi olarak algılanıyor olabilir. (İyi ki bu misyonun ağır yükünü kaldırabiliyor.)

    İşte sen, böylesine bir kritik eşiği aştın dostum. En başından beri değerli yapıtlar ürettin, örneğin “Varamayan" öykülerin; ama Kırmızı Buğday, öncekilerden “daha güzel” veya “daha sevilen” gibi niceliksel farkları aşan, niteliksel bir durum yarattı. Bu romanın bulduğu karşılık, daha güzel bir dünya mücadelemizin edebiyat cephesinde büyük bir zafer olarak ortaya çıktı. Memleketin en güzel okurları sahiplendi. 

    Mustafa Kemal’in, o ünlü telgrafında İsmet Paşa’ya dediğine benzer bir durum bu: Kırmızı Buğday, sadece modaları değil, edebiyatımızın son on yıllardaki makûs talihini de yendi.

    Bir okur ve yurttaş olarak, bahtiyarlığım bundandır.

 

Zafer Köse